Son
zamanlarda bazı Avrupa ülkelerinde ırkçılık tekrar hortladı. Özellikle
Almanya’da, toplumsal bilinçaltında baskılanan ırkçılık, kurumsal düzeyde
destek buluyor ki şimdilik ferdi görünen eylemlerle kendinden söz ettirmeye
başladı. Yine orta doğudan Avrupa’ya yönelen göç AB sınırlarında ırkçı
tepkilerle karşı karşıya kaldı. Bu gelişmelere paralel olarak siyasi İslam’ın hâkim
olduğu topraklarda otoriter yönetim hevesleri de artıyor. Irkçı düşüncenin kaynakları
ve otoriterlik konuları sosyal psikolojide geniş bir şekilde yer alan başlıklar.
Ben sadece
şu hatırlatmayı yapmak istiyorum; Her iki konununda bireysel psikoloji
düzeyinde yani psikolojik süreçler düzeyinde işlediğini inceleyen ana akım
sosyal psikologlara karşın son dönemlerde bu düşünce ve davranış kalıplarının
psikolojik düzeyde ele alınmasının yanlış olduğunu ileri süren eleştirel sosyal
psikologların farklı düşünce ve kavramlaştırmaları var. Devam eden satırlarda İstanbul Üniversitesi
Sosyoloji bölümü hocası Prof. Dr. Sibel Ayşen Arkonaç’ın Sosyal Psikoloji ders
notlarından aldığım bölümlere yer verdim. Eğer bu konulara ilgi duyuyorsanız
aşağıda yer alan satırlar, okuyuculara şimdilik giriş düzeyinde fikir
verebilir.
Irkçı Ayrımcı Davranış
İnsanlık
tarihinde ırk, ırkçılık ve etnosentirizm çürüme noktalarıdır. Irkçılık kendini
birçok biçimde gösterir. Aşırı ırkçı nefret dolu biçimleri sözgelimi Mynmar
Arakan’da yaşayan Rohingya Müslümanlarına yapılanlar ya da Gazze’de İsrail
Devletinin Filistin halkına yaptıkları aşırı ırkçı davranışlardır. Hemen göze çarpmayan
alttan alta işleyen kurumsal ırkçılık (belli grupların belli işlere alınmaması)
ve üstü kapalı ve saklı ırkçılık memleketimizde gündelik hayatta her gün
yaşadığımız ırkçılık biçimleridir. Irkçılık bir üstünlük ideolojisidir, ırksal
bir grubun diğeri üzerinde siyasi hükümranlığını meşrulaştırma işlevi görür, o gruptan
kaçınma ya da kendini ayırt etmeyi onaylama işlevi görür. Bireysel düzeyde
ırkçılık da, grup üyeliğine dayanan kişisel önyargılı tutum ve ayırt edici
davranışın bir ifadesi olarak iş görür yani kişi öteki grubun üyesine ya da
üyelerine yönelik ırkçı tutum ve ayırt edici davranışlar gösterir. Söz gelimi
kişi belirli bir gruba yönelik o insanlardan hoşlanmadığını belirten bireysel
bir tutumunu ifade edebilir: ’Kürtlerden hoşlanmıyorum’ ve bu grupla bir
şekilde bir araya gelmek istemediğini ırksal şekilde motive edilmiş ifadeyle
işaretleyebilir: ‘her yerde terör estiriyorlar’. Bu şekilde hoşlanmama tutumunu
terör korkusuyla meşrulaştırmış olmaktadır. Irkçı tutumlar belirli bir sosyal
ve siyasi bağlam içersinde inşa edilir dolayısıyla insanların birbirlerine olan
ırkçı tutum ve davranışlarını bireysel ya da bireyler arası düzeyde anlamaya
çalışmak yanıltıcı olacaktır; manzaranın genelini görebilmek imkânsızlaşacaktır.
Sözgelimi çoğu ırkçı tutum ve davranış kurumsal düzeyde işler: etnik kimliği ya
da cinsel kimliği sebebiyle polis karakollarında dayak yiyenler, ya da başörtülü
olduğu veya etnik kimliği sebebiyle üniversitelerde istediği dersi seçmesi engellenenler,
bu tür kurumsal ırkçılığın ayırımcılığın madurlarıdır. Bu ayırımcılığın ve
ırkçılığın o polisin veya şu öğretim üyesinin kendi kişisel ırkçı ayırımcı
tutumundan kaynaklandığını düşünmek yanlıştır. Irkçı tutum bireysel bir fenomen
değildir. Dediğim gibi ırkçı ve ayırımcı düşünce ve tutumlar sosyal ortamda şekillenir
ve biçim alır. Bu sebeple toplumda üretilmiş ve meşrulaştırılmış bir ırkçı ve
ayırımcı tutum evde, sokakta, kurumlarda genellikle topluma egemen gruplar
tarafından sıklıkla kullanır.
Sosyal bir
fenomen olan ırkçı tutum ve ayırımcı davranışın bireysel düzeydeki seyrini Gaertner
ve Dovidio(1986) yaşanılan çatışma üzerinden ele alır. Bu araştırmacılar modern
ırkçılığı en iyi anlatanın; modern eşitlikçi değerlerle (yani bütün insanlara
eşit davranmak ve ırkçı önyargıların mağdurlarına sempati ile yaklaşmak),
olumsuz azınlık grubu imajını sürekli kılan önyargı biçimleri arasındaki
çatışma olduğunu ifade ederler. Bu önyargı biçimleriyle değerler arasındaki
çatışmanın neticesinde olumsuz duyguların yaşanıyor olmasıdır; korku,
huzursuzluk, rahatsızlık vb. Eşitlikçi değerler toplum içinde çoğu insan için
önemli hale gelmeye başlasa da bu olumsuz duygular, önyargılı davranmış
olanlarda utanç ve suçluluk duygularını canlandırmaktadır. Bu sebeple de bu
duygularını kamusal alanda yani ortalık yerde ifade etmekten kaçınmaktadırlar;
bu çatışmayla yüz yüze kalabileceği gruplar arası karşılaşmalardan yani bizim
örneğimizde ’Kürtlerle’ bir arada olmaktan kaçınmaktadır.
Irkçılık ve Otoriter Kişilik Modeli
2.Dünya
Savaşının hemen sonrasında savaşın sebepleri kadar odak noktası olan Nazizm ve
onun Yahudi karşıtlığının (anti semitizm) altında yatan yapıyı özellikle de bireysel
düzeydeki yapılanışı merak konusuydu. Bu dönem tüm 20.yüzyılın ve sonrasının
ırkçı düşünce ve davranışlarını açıklamakta ve işaretlemekte kullanılan bir
dönemdi. Sanat, edebiyat ve bilim dünyasında olduğu gibi psikolojide de
ırkçılık ve ırkçı ayırımcı davranışların anlaşılmasında bu dönemde yaşananlar bir
başlangıç noktasıydı. Aslında temelde yatan endişe, Avrupa medeniyetinin temelini
atan ve geliştiren modernizm ve düşüncesinin nasıl olup da kendini
mahvedebildiği idi. Modernist düşüncenin temelindeki Alman düşüncesini
lekelemeden ya da helal gelmesine izin vermeden dönemin metodolojik düşüncesine
ne uygun bir biçimde, kültürden ziyade bireysel düzeyde ırkçılığı ele aldılar.
(iyi Alman, kötü Alman gibi) Otorite ve otoriteye itaat dönemin en popüler terimleri
idi. Hitler ve Nazilere itaat nasıl gerçekleşmişti? Tüm dünyayı savaşa
sürükleyen ve ateşleyen otoriter bir kişiliğin aşırı ve abartılı taleplerine
Alman toplumunun sıradan insanları nasıl boyun eğmişti? Adorno ve arkadaşlarının
sordukları soru bu oldu (Adorno,Frenkel 1950). Görünürde ‘sıradan’ insanların
abartılı aşırı emirlere uyma davranışlarını anlamaya çalışırlarken ‘otoriter kişilik’
ya da ‘otoriterlik’ kavramını kullanıyorlardı. Adorno ve arkadaşlarının
otoriterlik ya da otoriter kişilik teriminden anladıkları belli kişilikteki
tiplerinin faşist ideolojiye yatkın olduklarıdır. Buna göre katı disiplin ve
dogmatik fikirlerle karakterize edebileceğimiz belli tip ailelerden gelen kişiler,
diğerlerine göre daha önyargılı olabilmektedirler. Kurdukları otoriter kişilik
teorisinin Freud’un çalışmalarından çok etkilendiği anlaşılmaktadır. Buna göre otoriter
kişilik aşırı savunmacı bir tepkinin çıktısıdır; çocuklukta aşırı disiplin ve
katılık içinde yetiştirilen çocukların büyüdüklerinde kendilerini savunmada geliştirdikleri
bir tepkidir. Aşırı katı davranan ebeveynlere sahip oldukları için bu çocuklar
ebeveynlerine yönelik doğal herhangi bir husumet gösteremiyorlardı, bu
saldırganlığı daha zayıf daha kolay hedeflere yöneltiyorlardı. Buna
saldırganlığın ya da hasmane duygu ve davranışların yer/hedef değiştirmesi denir.
Yetişkinlikte çoğu zaman yer değiştiren bu yeni hedefler, düşük statülü gruplar
ya da azınlık grupları olur. Otoriteryenizm etnosentrizmle; kendi etnik ve
kültürel grubunun üstünlüğüne inanç ve diğer etnik ve kültürel grupların
üyelerini sevmeme, iğrenme ile bağdaştırılır. Otoriteryen eğilimler ise F
skalası üzerinden ölçülür. F-skalada, kişide otoriter kişilik yapılanması olup
olmadığı ya da eğilimlerin derecesi ölçülür. Bu skalada gözlenen yüksek otoriteryenizm
düzeylerinin önyargılı ve ırkçı görüşlerin anlamlı bir ön gösterge olduğu
bulunmuştu. Dolayısıyla bu teorik model çerçevesinde ırkçılık esas olarak kişilikteki
bir hata, bir psikopatolojidir (klinik bozukluk). İlk çocukluk dönemlerinde özellikle
otoriter babaların elinde cezalandırıcı, sert davranışlarla büyütülmüş
çocuklarda bu cezalandırıcı muamele çocukluk öfkesi üretmektedir. Bu çocukluk
öfkesi, otoriter baba yüzünden doğrudan ifade edilememekte bu sebeple dışarıya
başkalarına özellikle sosyal olarak güçsüz olanlara yönlendirilmektedir.
Altmeyer (1981) sağcı otoriter kişilik tiplemesi tarifi yapar. Buna göre sağcı
otoriter kişi, otorite figürlerine karşı yüksek düzeyde uysal ve boyun eğici, başka etnik grup, inanç ve kültürlere karşı
ise saldırgandır. Bu sebeple ırkçılık da bir yansıtma süreci olarak anlaşılır
(içerdeki öfkeyi dışarıya yansıtma). Buna uygun bir şekilde sağcı kanat otoriteryenizm
ölçümlerinde son derece geniş bir bağlamda, kendisinden farklı ırk gruplarına
karşı olumsuz olarak nitelendirilen tutum ifadeleriyle ilişkili çıkmaktadır:
Beyaz Güney Afrikalılar arasındaki siyah karşıtı önyargılarla (Duck_tt, 1992);
Hollanda’daki Türk karşıtlığı hassasiyeti (Verkuyten ve Hagendoorn, 1998)
buna örneklerden birkaçıdır. Irkçılığı
ve önyargılı davranış ve düşünceleri açıklayan bu model, özellikle ırkçılığı
kavramlaştırma ve ölçme metodolojisi üzerinden yoğun eleştirilere tutulmuştur.
Model ırkçılığı bir çeşit kişilik bozukluğu ya da kişilik sapması olarak tarif
ediyordu. Ama ırkçılık toplumlarda bir çeşit kişilik sapması ya da bozukluğu olarak
açıklanamayacak kadar yaygın gözlenen bir fenomendir. Tajfel ve Fraser (1978)
ırkçılığın pek çok çeşidinin, yine bu modelin öne sürdüğü üzere ilk çocukluk
hatıraları ya da yetiştirilme tarzlarıyla anlamlı bir ilişkisi olmadığını öne
sürmüşlerdir. Duckit (2001) ise otoriteryenizmle ırkçılık arasındaki hattın, algılanan
sosyal grup üyeliği ile ilişkili olduğunu öne sürer. Bu ilişki kişilik
dinamikleri ile açıklanmaz. Irkçılığı, ırkçı düşünceyi, önyargılı davranışları
kısacası bu sosyal fenomenin sosyal ve kurumsal yapılar içinde inşa edildiği
düşüncesi daha açıklayıcı görünmektedir.
Kaynak: Prof.Dr. Sibel Ayşen Arkonaç Sosyal Psikoloji ders notları
Not: Fransa'da Dreyfus olayı ve Almanya'da Nazilerin ve Alman sivil toplumunun kamplarda yaşananlara tepkisizliği yukarıdaki yazının içeriğini destekleyici tarihsel olaylardır.
Hiçbir ırkçı çocuk göremezsiniz, ırkçıların hepsi yetişkin insanlardır, ırkçılık doğuştan gelmez sonradan öğretilir.
”Hangi çiçek diğerini ‘sarı açtı’ diye ayıplar?
Hangi kuş ‘farklı ötünce’ diğerine yasak koyar?
Derisinden, dilinden ötürü öldürülüyor insanlar.
Ah insanlar...
Her şeyi bulup kendini bulamayanlar... .”
Charles Bukowski
Not: Fransa'da Dreyfus olayı ve Almanya'da Nazilerin ve Alman sivil toplumunun kamplarda yaşananlara tepkisizliği yukarıdaki yazının içeriğini destekleyici tarihsel olaylardır.
Hiçbir ırkçı çocuk göremezsiniz, ırkçıların hepsi yetişkin insanlardır, ırkçılık doğuştan gelmez sonradan öğretilir.
”Hangi çiçek diğerini ‘sarı açtı’ diye ayıplar?
Hangi kuş ‘farklı ötünce’ diğerine yasak koyar?
Derisinden, dilinden ötürü öldürülüyor insanlar.
Ah insanlar...
Her şeyi bulup kendini bulamayanlar... .”
Charles Bukowski
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder