Pazar, Mart 08, 2020

Irkçılık ve Otoriter Kişilik Üzerine


Son zamanlarda bazı Avrupa ülkelerinde ırkçılık tekrar hortladı. Özellikle Almanya’da, toplumsal bilinçaltında baskılanan ırkçılık, kurumsal düzeyde destek buluyor ki şimdilik ferdi görünen eylemlerle kendinden söz ettirmeye başladı. Yine orta doğudan Avrupa’ya yönelen göç AB sınırlarında ırkçı tepkilerle karşı karşıya kaldı. Bu gelişmelere paralel olarak siyasi İslam’ın hâkim olduğu topraklarda otoriter yönetim hevesleri de artıyor. Irkçı düşüncenin kaynakları ve otoriterlik konuları sosyal psikolojide geniş bir şekilde yer alan başlıklar.

Ben sadece şu hatırlatmayı yapmak istiyorum; Her iki konununda bireysel psikoloji düzeyinde yani psikolojik süreçler düzeyinde işlediğini inceleyen ana akım sosyal psikologlara karşın son dönemlerde bu düşünce ve davranış kalıplarının psikolojik düzeyde ele alınmasının yanlış olduğunu ileri süren eleştirel sosyal psikologların farklı düşünce ve kavramlaştırmaları var.  Devam eden satırlarda İstanbul Üniversitesi Sosyoloji bölümü hocası Prof. Dr. Sibel Ayşen Arkonaç’ın Sosyal Psikoloji ders notlarından aldığım bölümlere yer verdim. Eğer bu konulara ilgi duyuyorsanız aşağıda yer alan satırlar, okuyuculara şimdilik giriş düzeyinde fikir verebilir.

Irkçı Ayrımcı Davranış

İnsanlık tarihinde ırk, ırkçılık ve etnosentirizm çürüme noktalarıdır. Irkçılık kendini birçok biçimde gösterir. Aşırı ırkçı nefret dolu biçimleri sözgelimi Mynmar Arakan’da yaşayan Rohingya Müslümanlarına yapılanlar ya da Gazze’de İsrail Devletinin Filistin halkına yaptıkları aşırı ırkçı davranışlardır. Hemen göze çarpmayan alttan alta işleyen kurumsal ırkçılık (belli grupların belli işlere alınmaması) ve üstü kapalı ve saklı ırkçılık memleketimizde gündelik hayatta her gün yaşadığımız ırkçılık biçimleridir. Irkçılık bir üstünlük ideolojisidir, ırksal bir grubun diğeri üzerinde siyasi hükümranlığını meşrulaştırma işlevi görür, o gruptan kaçınma ya da kendini ayırt etmeyi onaylama işlevi görür. Bireysel düzeyde ırkçılık da, grup üyeliğine dayanan kişisel önyargılı tutum ve ayırt edici davranışın bir ifadesi olarak iş görür yani kişi öteki grubun üyesine ya da üyelerine yönelik ırkçı tutum ve ayırt edici davranışlar gösterir. Söz gelimi kişi belirli bir gruba yönelik o insanlardan hoşlanmadığını belirten bireysel bir tutumunu ifade edebilir: ’Kürtlerden hoşlanmıyorum’ ve bu grupla bir şekilde bir araya gelmek istemediğini ırksal şekilde motive edilmiş ifadeyle işaretleyebilir: ‘her yerde terör estiriyorlar’. Bu şekilde hoşlanmama tutumunu terör korkusuyla meşrulaştırmış olmaktadır. Irkçı tutumlar belirli bir sosyal ve siyasi bağlam içersinde inşa edilir dolayısıyla insanların birbirlerine olan ırkçı tutum ve davranışlarını bireysel ya da bireyler arası düzeyde anlamaya çalışmak yanıltıcı olacaktır; manzaranın genelini görebilmek imkânsızlaşacaktır. Sözgelimi çoğu ırkçı tutum ve davranış kurumsal düzeyde işler: etnik kimliği ya da cinsel kimliği sebebiyle polis karakollarında dayak yiyenler, ya da başörtülü olduğu veya etnik kimliği sebebiyle üniversitelerde istediği dersi seçmesi engellenenler, bu tür kurumsal ırkçılığın ayırımcılığın madurlarıdır. Bu ayırımcılığın ve ırkçılığın o polisin veya şu öğretim üyesinin kendi kişisel ırkçı ayırımcı tutumundan kaynaklandığını düşünmek yanlıştır. Irkçı tutum bireysel bir fenomen değildir. Dediğim gibi ırkçı ve ayırımcı düşünce ve tutumlar sosyal ortamda şekillenir ve biçim alır. Bu sebeple toplumda üretilmiş ve meşrulaştırılmış bir ırkçı ve ayırımcı tutum evde, sokakta, kurumlarda genellikle topluma egemen gruplar tarafından sıklıkla kullanır.

Sosyal bir fenomen olan ırkçı tutum ve ayırımcı davranışın bireysel düzeydeki seyrini Gaertner ve Dovidio(1986) yaşanılan çatışma üzerinden ele alır. Bu araştırmacılar modern ırkçılığı en iyi anlatanın; modern eşitlikçi değerlerle (yani bütün insanlara eşit davranmak ve ırkçı önyargıların mağdurlarına sempati ile yaklaşmak), olumsuz azınlık grubu imajını sürekli kılan önyargı biçimleri arasındaki çatışma olduğunu ifade ederler. Bu önyargı biçimleriyle değerler arasındaki çatışmanın neticesinde olumsuz duyguların yaşanıyor olmasıdır; korku, huzursuzluk, rahatsızlık vb. Eşitlikçi değerler toplum içinde çoğu insan için önemli hale gelmeye başlasa da bu olumsuz duygular, önyargılı davranmış olanlarda utanç ve suçluluk duygularını canlandırmaktadır. Bu sebeple de bu duygularını kamusal alanda yani ortalık yerde ifade etmekten kaçınmaktadırlar; bu çatışmayla yüz yüze kalabileceği gruplar arası karşılaşmalardan yani bizim örneğimizde ’Kürtlerle’ bir arada olmaktan kaçınmaktadır.

Irkçılık ve Otoriter Kişilik Modeli

2.Dünya Savaşının hemen sonrasında savaşın sebepleri kadar odak noktası olan Nazizm ve onun Yahudi karşıtlığının (anti semitizm) altında yatan yapıyı özellikle de bireysel düzeydeki yapılanışı merak konusuydu. Bu dönem tüm 20.yüzyılın ve sonrasının ırkçı düşünce ve davranışlarını açıklamakta ve işaretlemekte kullanılan bir dönemdi. Sanat, edebiyat ve bilim dünyasında olduğu gibi psikolojide de ırkçılık ve ırkçı ayırımcı davranışların anlaşılmasında bu dönemde yaşananlar bir başlangıç noktasıydı. Aslında temelde yatan endişe, Avrupa medeniyetinin temelini atan ve geliştiren modernizm ve düşüncesinin nasıl olup da kendini mahvedebildiği idi. Modernist düşüncenin temelindeki Alman düşüncesini lekelemeden ya da helal gelmesine izin vermeden dönemin metodolojik düşüncesine ne uygun bir biçimde, kültürden ziyade bireysel düzeyde ırkçılığı ele aldılar. (iyi Alman, kötü Alman gibi) Otorite ve otoriteye itaat dönemin en popüler terimleri idi. Hitler ve Nazilere itaat nasıl gerçekleşmişti? Tüm dünyayı savaşa sürükleyen ve ateşleyen otoriter bir kişiliğin aşırı ve abartılı taleplerine Alman toplumunun sıradan insanları nasıl boyun eğmişti? Adorno ve arkadaşlarının sordukları soru bu oldu (Adorno,Frenkel 1950). Görünürde ‘sıradan’ insanların abartılı aşırı emirlere uyma davranışlarını anlamaya çalışırlarken ‘otoriter kişilik’ ya da ‘otoriterlik’ kavramını kullanıyorlardı. Adorno ve arkadaşlarının otoriterlik ya da otoriter kişilik teriminden anladıkları belli kişilikteki tiplerinin faşist ideolojiye yatkın olduklarıdır. Buna göre katı disiplin ve dogmatik fikirlerle karakterize edebileceğimiz belli tip ailelerden gelen kişiler, diğerlerine göre daha önyargılı olabilmektedirler. Kurdukları otoriter kişilik teorisinin Freud’un çalışmalarından çok etkilendiği anlaşılmaktadır. Buna göre otoriter kişilik aşırı savunmacı bir tepkinin çıktısıdır; çocuklukta aşırı disiplin ve katılık içinde yetiştirilen çocukların büyüdüklerinde kendilerini savunmada geliştirdikleri bir tepkidir. Aşırı katı davranan ebeveynlere sahip oldukları için bu çocuklar ebeveynlerine yönelik doğal herhangi bir husumet gösteremiyorlardı, bu saldırganlığı daha zayıf daha kolay hedeflere yöneltiyorlardı. Buna saldırganlığın ya da hasmane duygu ve davranışların yer/hedef değiştirmesi denir. Yetişkinlikte çoğu zaman yer değiştiren bu yeni hedefler, düşük statülü gruplar ya da azınlık grupları olur. Otoriteryenizm etnosentrizmle; kendi etnik ve kültürel grubunun üstünlüğüne inanç ve diğer etnik ve kültürel grupların üyelerini sevmeme, iğrenme ile bağdaştırılır. Otoriteryen eğilimler ise F skalası üzerinden ölçülür. F-skalada, kişide otoriter kişilik yapılanması olup olmadığı ya da eğilimlerin derecesi ölçülür. Bu skalada gözlenen yüksek otoriteryenizm düzeylerinin önyargılı ve ırkçı görüşlerin anlamlı bir ön gösterge olduğu bulunmuştu. Dolayısıyla bu teorik model çerçevesinde ırkçılık esas olarak kişilikteki bir hata, bir psikopatolojidir (klinik bozukluk). İlk çocukluk dönemlerinde özellikle otoriter babaların elinde cezalandırıcı, sert davranışlarla büyütülmüş çocuklarda bu cezalandırıcı muamele çocukluk öfkesi üretmektedir. Bu çocukluk öfkesi, otoriter baba yüzünden doğrudan ifade edilememekte bu sebeple dışarıya başkalarına özellikle sosyal olarak güçsüz olanlara yönlendirilmektedir. Altmeyer (1981) sağcı otoriter kişilik tiplemesi tarifi yapar. Buna göre sağcı otoriter kişi, otorite figürlerine karşı yüksek düzeyde uysal ve boyun eğici,  başka etnik grup, inanç ve kültürlere karşı ise saldırgandır. Bu sebeple ırkçılık da bir yansıtma süreci olarak anlaşılır (içerdeki öfkeyi dışarıya yansıtma). Buna uygun bir şekilde sağcı kanat otoriteryenizm ölçümlerinde son derece geniş bir bağlamda, kendisinden farklı ırk gruplarına karşı olumsuz olarak nitelendirilen tutum ifadeleriyle ilişkili çıkmaktadır: Beyaz Güney Afrikalılar arasındaki siyah karşıtı önyargılarla (Duck_tt, 1992); Hollanda’daki Türk karşıtlığı hassasiyeti  (Verkuyten ve Hagendoorn, 1998) buna örneklerden birkaçıdır. Irkçılığı ve önyargılı davranış ve düşünceleri açıklayan bu model, özellikle ırkçılığı kavramlaştırma ve ölçme metodolojisi üzerinden yoğun eleştirilere tutulmuştur. Model ırkçılığı bir çeşit kişilik bozukluğu ya da kişilik sapması olarak tarif ediyordu. Ama ırkçılık toplumlarda bir çeşit kişilik sapması ya da bozukluğu olarak açıklanamayacak kadar yaygın gözlenen bir fenomendir. Tajfel ve Fraser (1978) ırkçılığın pek çok çeşidinin, yine bu modelin öne sürdüğü üzere ilk çocukluk hatıraları ya da yetiştirilme tarzlarıyla anlamlı bir ilişkisi olmadığını öne sürmüşlerdir. Duckit (2001) ise otoriteryenizmle ırkçılık arasındaki hattın, algılanan sosyal grup üyeliği ile ilişkili olduğunu öne sürer. Bu ilişki kişilik dinamikleri ile açıklanmaz. Irkçılığı, ırkçı düşünceyi, önyargılı davranışları kısacası bu sosyal fenomenin sosyal ve kurumsal yapılar içinde inşa edildiği düşüncesi daha açıklayıcı görünmektedir.

Kaynak:  Prof.Dr. Sibel Ayşen Arkonaç  Sosyal Psikoloji ders notları

Not: Fransa'da Dreyfus olayı ve Almanya'da Nazilerin ve Alman sivil toplumunun kamplarda yaşananlara tepkisizliği yukarıdaki yazının içeriğini destekleyici tarihsel olaylardır.

Hiçbir ırkçı çocuk göremezsiniz, ırkçıların hepsi yetişkin insanlardır, ırkçılık doğuştan gelmez sonradan öğretilir.

”Hangi çiçek diğerini ‘sarı açtı’ diye ayıplar?
Hangi kuş ‘farklı ötünce’ diğerine yasak koyar?
Derisinden, dilinden ötürü öldürülüyor insanlar.
Ah insanlar...
Her şeyi bulup kendini bulamayanlar... .”

Charles Bukowski










Hiç yorum yok: