Aydınlanma Çağı, Batı toplumlarında 17. ve 18.yüzyıllarda gelişen, akılcı düşünceyi, geleneksel değişmez kabul edilen varsayımlardan, önyargı ve ideolojilerden özgürleştirmek suretiyle, bireyleri din ya da Tanrı merkezli kolektivist toplumsal yapıların esaretinden kurtarıldığı döneme verilen isimdir. Bu dönem insanların değerlerinde, hayat tarzlarında, dillerinde, geleneklerinde, inançlarında ve davranışlarında, özetle yaşam biçimlerinde köklü değişimlere sahne olmuştur. (Bauman, 2003) Bireysel düzeyde geleneksel ahlaki değerlerin baskısından kurtulan insanlar, bilinçli birey olmanın sağladığı bağımsız ve özgür düşünme sayesinde, günlük hayatlarında önemli değişimlerle karşı karşıya kaldılar.
Bu sürecin en
önemli toplumsal sonuçlarından bir tanesi, insanların topluca bir ideolojiye
biat ettiği, yukarıda bahsettiğim kolektivist cemaat tipi yaşamdan, bireylerin
farklılaştığı ve kendi rasyonel akıllarını kullanmaya başladıkları cemiyet tipi
yaşama geçmeleridir. Bu özgürleşme kentleşme sürecine paralel gelişirken,
19.yüzyılda hızlanan modern kentleşme ve hızlı nüfus artışı bireysel
farklılaşmayı artırmış, bireysel farklılıklar ve düşünce özgürlüğünün bir araya
gelmesiyle ortaya çıkan yaratıcılık batı toplumlarına, doğu toplumları
karşısında önemli kazanımlar elde etmelerine yardımcı olmuştur. Toplumlardaki
bu evrimi sosyolojinin kurucu babalarından Emile Durkheim, insanların birbirine
benzediği geleneksel toplumlardan, iş bölümünün insanları farklı ancak
karşılıklı olarak bağımlı kıldığı modern toplumlara doğru tarihsel ilerlemesi
olarak yorumlamıştır. Benzer şekilde, Alman
sosyolog Ferdinand Tönnies’in cemaat olarak adlandırdığı geleneksel grupların içerisindeki
insanlar, mensup oldukları toplulukla oldukça kuvvetli bir özdeşleşme içindedirler
ve bu nedenle “birey” olarak görülemezler. Daha açık bir ifadeyle, bu
topluluklarda insanlar, ailelerinden, köylerinden veya cemaatlerinden bağımsız
bir kimlik geliştiremezler. Farklı bir kimliğe bürünmeye çalıştıkları takdirde
dışlanırlar. Tarihte ünlü filozof, hümanist Spinoza’nın cemaatinden dışlanma şekli mevcut
yapıyı sorgulayanların başına neler gelebileceğini göstermesi açısından güzel bir
örnektir.
Sonuç olarak
insanların “birey” olma özgürlüklerini kazandıkları toplumlarda, bireysel
özgürlük ve bunun bir sonucu olarak her bir kişinin yaratıcı olabilmesi
önemliyken, kolektivist toplumlarda bireysel yaratıcılık maalesef kişiden
ziyade sadece topluluğun genel çıkarlarına veya gereksinimlerine uygun olduğu
takdirde kabul edilebilir bir durum haline geliyor.
Batı insanı
birey olma özgürlüğüne kavuşabilmek için çok uzun mücadeleler vermiş, çok kan
akmış, cemaatin/kilisenin belirlediği düşüncelerin dışına çıkanlar sapkın
olarak suçlanmışlar, zindanlara atılmışlar, odunların üzerinde diri diri
yakılmışlar.
Yukarıda
özetlemeye çalıştığım batıda onlarca filozof ve bilim insanının yaklaşık 400
yıllık süren mücadelesi ve ödenen yüksek toplumsal bedelin sonunda elde
ettikleri “birey” olma özgürlüğünü toplumumuza kazandıran aydınlanmacı liderin
ismi Mustafa Kemal Atatürk’tür.
29 Ekim
2023’te ilan edilen Cumhuriyet sayesinde yüzlerce yıl süren cemaat/zümre tipi
yaşamın baskısından ve zihinsel esaretten kurtulan Türk insanı bu sayede
özgürlüğüne kavuşmuş, kendine biçilen “kul” statüsünden kurtulup, “birey” olma
ve kendi iradesiyle yaşama hakkını kazanmıştır. Üstelik bütün bunları çok kısa
sürede, batı toplumlarındaki insanların ödediği bedelleri ödemeden elde
etmiştir.
Bugün bu
kazanımların kıymetini bilmez, tarihin akışını geri çevirmeye çalışan birtakım
karanlık güçlerin karşısında durmaz isek, bir bedel ödemeden kazandığımız özgürlüğümüzü
kısa sürede kaybedebileceğimizden kimsenin şüphesi olmasın.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder