Bizim gençlik dönemimiz enflasyon canavarı hikâyeleri dinlemekle geçti. Enflasyondan canavarı sorumlu göstermek başta gazete
karikatüristleri olmak üzere tüm kesimlerin (kamu, tüketiciler ve
politikacılar) işine geldi. Uzun süredir kış uykusunda olan canavar son
dönemlerde tekrar ortaya çıktı. Bugünlerde yine kahraman bir canavar avcısı
arayışı var. Acaba yeni avcı kralın kızıyla evli yakışıklı prens mi olacak?
Biz ekonomiyi okullarda ABD kaynaklı ithal ekonomi
kitaplarından öğrendik. Bugün de ülkemizde ekonomistler ekonomiyi yine bu
kitapların tercümelerinden öğreniyorlar. Çok tank üretirseniz az tereyağı
yersiniz şeklinde soğuk savaş döneminden örnekler de yer alıyor. Bugün de
ekonomileri yöneten kamu yöneticileri ve ekonomistler, ekonomideki gelişmeleri
genellikle bu kitaplarda anlatılan teknik ve modellerle anlatmaya çalışıyorlar
ama 50 senedir bu çözüm önerileri bizde pek sonuç vermedi çünkü kültür bilimlerinde mekan ve zaman bağlamını da dikkate almak gerekir. Geldiğimiz noktada ekonomiyi enflasyon mu
faizden çıkar, faiz mi enflasyondan çıkar tartışmasına indirgedik. Tek farkla,
o zaman enflasyon canavarı vardı, şimdi faiz canavarı var! Herkesin canavar
tercihi farklı J
Ekonominin çok farklı tanımları var. (https://ekonomist.co/akademi/ekonomi-nedir-5425/) Mesela ben bu tanımlardan en çok İngiliz
iktisatçı Lionel Robbins’in tanımının
ülkemizdeki ekonomi gerçeğini daha uygun tarif ettiğini düşünürüm. Robbins
ekonomiyi, “Amaçlarla/ihtiyaçlarla,
alternatif kullanım olanakları olan sınırlı kaynaklar arasındaki ilişkiyi,
insanların davranışlarını dikkate alarak inceleyen bilimdir” şeklinde
tanımlıyor. Bu tanımı bir ülke çerçevesinde biraz daha
açarsak tüketicilerin ve kamunun ellerindeki sınırlı kaynaklarla yaptıkları
tercihlerin konsolide sonucu olarak düşünebiliriz. Tüketicilerin bu etkinlik
içindeki tercihleri ve davranışları ekonomik sonuçlar doğuruyor. Örneğin bir
tüketici yerli üretim bir araba kullanmak yerine pahalı bir yurt dışı üretim araba
kullanırsa bunun ekonomiye etkisi yurt dışına daha fazla döviz çıkmasıdır. Eğer
tüketicilerin n tanesi yabancı üretim bir araba alırsa o zaman n*q miktarında
döviz yurt dışına çıkacaktır. Bu tüketicilerin hiçbirinin döviz kazandırıcı bir
faaliyeti olmadığını varsayarsak bu alışveriş, dış ticaretimizde n*q kadar bir
açık vermemize yol açacaktır. Aynı şekilde ülkedeki tüm tüketiciler
tercihlerini yurt dışında üretilen mallar lehine kullandıklarında ülkenin dış
ticareti o oranda bir açıkla karşılaşacaktır. Devletin davranışlarını da yine
ülkeyi yöneten siyasetçilerin tercihleri belirliyor. Eğer sermaye yanlısı bir
politika izlerseniz proje ve yatırım tercihlerinde sermaye kollanıyor. Toplumcu
bir siyasi bakış açınız varsa kıt kaynakları toplumun öncelik ve ihtiyaçlarına
kullanmayı tercih ediyorsunuz. Mesela tüm kamu yöneticileri ulaşım
tercihlerinde lüks ithal arabaları tercih ederlerse kıt kaynaklarınızın bir
kısmını bu arabaların ithalatına harcıyorsunuz.
Türkiye de insanların yurt dışında üretilen
mal tercihleri cumhuriyetten çok önce başladı. 1838’den itibaren İngilizlerle
yapılan serbest ticaret, imtiyaz anlaşmalarıyla başlayan Avrupa malı tüketim
alışkanlığının kötü sonuçlarını cumhuriyeti kuranlar çok iyi görmüşlerdi. Toplumu
bu hastalıktan kurtarmak için ilk yaptıkları işlerden biri eğitim kurumlarında yerli malı haftasını başlatmak olmuştu.
Daha sonraki yıllarda bazı siyasetçilerimiz bunun komünist/devletçi bir
etkinlik olduğunu ileri sürerek toplumun gündeminden çıkardılar. Hemen arkasından
tüketicileri yabancı üretimi mallara alıştırmak için ne alırsan 1 TL dükkânlarını
açtılar. Böylece Türk tüketicisinin bugünkü yabancı malı tercih ve tüketim
alışkanlığı, ciddi bir ekonomik krizden yeni çıkılmış olmasına rağmen
1980’lerden sonra tekrar canlandırıldı. Bugün Türk tüketicisi davranışlarının
ulusal ekonomiye etkisini ve toplumsal sonuçlarını dikkate almadan, hatta
tüketici kredilerini de kullanarak çok rahatlıkla gelirini aşan harcamalar yapmaktadır.
Toplumun belirli bir kesiminde ve gençlerde çok güçlü bir yabancı marka tüketim
motivasyonu gelişmiştir. Ülkedeki yabancı bankaların pompaladığı tüketici
kredileri yine yabancıların projelerini yaptığı ve yönettiği AVM’lerde (Açık Verme Merkezleri) yine
ithal mallarının tüketiminde kullanılıyor. Batı etkisindeki popülist sistem
siyasetçileri, tüketicilerin borçlanarak da olsa kendilerini refah içinde
hissetmelerini, kendi şahsi çıkarlarına hizmet ettiği için bu sahte zenginlik
oyununa şimdiye kadar herhangi bir müdahalede bulunmadılar. (Yabancılara
borçlanılarak üretmeden yükseltilen GSMH) Bugün şehirlerimizde yenilenen binalarımızda
bile eskiye oranla daha fazla yabancı girdi kullanılıyor. 50, 60 sene önce inşa
edilen binalarımız çok daha yerli ve millidir! Böylece yeniden inşa edilen bina
sayısı arttıkça ülkenin döviz çıktısında da o oranda yükseliş olmaktadır. Bu
durum tamamen tüketicilerin ve kamunun tercih ve kararlarını kendi çıkarları
doğrultusunda kullanmalarının sonucudur. Kimse ayağını yorganına göre uzatmak
istememektedir.
Kamuya gelince; Türkiye’de devlet Cumhuriyetle
birlikte çok uzun süre kapitülasyon ve özel anlaşmalar sonucunda biriken
Osmanlı borçlarını ödedi. Geçmişte yaşanan bu kötü deney ve sonuçlar, ilk
zamanlarda cumhuriyet hükumetlerinin içe dönük batıya karşı kalkanları açık temkinli
bir politika izlemelerine yol açtı. 1980’den sonra devletin kalkanları birer
birer indirilerek pazarlarımız yine batı ülkelerinin markalarının işgaline
açıldı. Kamuyu kontrol eden iktidar politikacılarının tercih ve davranışları sonucunda
toplumun borçları hızla arttı. Politikacılar ülkenin kaynak yaratma
kapasitesini dikkate almadan tam gaz borçlanarak popülist göz boyama
projelerine devam etmektedirler. Dünyada en büyük köprüleri, en büyük
hastaneleri, en büyük adalet binaları en büyük uzun tünellerini inşa ederken
borçlarımız çığ gibi büyüyor. Bugün gelinen noktada borçların geri ödenmesinde
yaşanan sıkıntı, yükselen kurlar, faizler, enflasyon toplumu oluşturan tüketici
ve kamunun tercih ve davranışlarının sonucudur. (Bir ekonomi elbette dış
dünyadaki gelişmelerden de etkilenir ancak tercihleriniz neticesinde borçla
yaşar hale gelmişseniz, Trumpgillerin her konuşmasında yaprak gibi
savrulursunuz çünkü direnciniz zayıflamıştır.) Lüks yaşamı ve tüketmeyi tercih
eden tüketiciler ve lüks arabalarından inmek istemeyen kamu yöneticilerinin
gelinen noktada suçu lobilere yüklemeye çalışmaları gayrı ciddi bir savunmadır.
Özetle hiçbir şekilde yeterli kaynak üretemeyen,
çok borçlu bir ekonominin, bu durumun esas sorumlusu olarak tüketici ve kamu
tercih ve davranışlarını dikkate almadan, faiz, kur, enflasyon üçgeni tartışmaları
ile düzlüğe çıkacağına inanmak, bir aldanma ve aldatmacadır. Paradigmalar
değişmediği sürece bu durumu, değil damat, dünyanın en iyi ekonomistlerinden
bir kurul oluştursanız yine düzeltemezsiniz.
Özlü Söz:
Küçük adımlar, uzun vadede büyük sonuçlara yol açar.
Ya da "Yanlış adımlar, uzun vadede kötü sonuçlara yol açar" Bunu da ben söyledim...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder