Cumartesi, Temmuz 28, 2018

Allah Allah biz ekonomiyi çok iyi yönetiyoruz ama cari açık ve borç neden sürekli artıyor?


Bizim gençlik dönemimiz enflasyon canavarı hikâyeleri dinlemekle geçti. Enflasyondan canavarı sorumlu göstermek başta gazete karikatüristleri olmak üzere tüm kesimlerin (kamu, tüketiciler ve politikacılar) işine geldi. Uzun süredir kış uykusunda olan canavar son dönemlerde tekrar ortaya çıktı. Bugünlerde yine kahraman bir canavar avcısı arayışı var. Acaba yeni avcı kralın kızıyla evli yakışıklı prens mi olacak?

Biz ekonomiyi okullarda ABD kaynaklı ithal ekonomi kitaplarından öğrendik. Bugün de ülkemizde ekonomistler ekonomiyi yine bu kitapların tercümelerinden öğreniyorlar. Çok tank üretirseniz az tereyağı yersiniz şeklinde soğuk savaş döneminden örnekler de yer alıyor. Bugün de ekonomileri yöneten kamu yöneticileri ve ekonomistler, ekonomideki gelişmeleri genellikle bu kitaplarda anlatılan teknik ve modellerle anlatmaya çalışıyorlar ama 50 senedir bu çözüm önerileri bizde pek sonuç vermedi çünkü kültür bilimlerinde mekan ve zaman bağlamını da dikkate almak gerekir.  Geldiğimiz noktada ekonomiyi enflasyon mu faizden çıkar, faiz mi enflasyondan çıkar tartışmasına indirgedik. Tek farkla, o zaman enflasyon canavarı vardı, şimdi faiz canavarı var! Herkesin canavar tercihi farklı J

Ekonominin çok farklı tanımları var. (https://ekonomist.co/akademi/ekonomi-nedir-5425/)  Mesela ben bu tanımlardan en çok İngiliz iktisatçı Lionel Robbins’in tanımının ülkemizdeki ekonomi gerçeğini daha uygun tarif ettiğini düşünürüm. Robbins ekonomiyi, “Amaçlarla/ihtiyaçlarla, alternatif kullanım olanakları olan sınırlı kaynaklar arasındaki ilişkiyi, insanların davranışlarını dikkate alarak inceleyen bilimdir” şeklinde tanımlıyor. Bu tanımı bir ülke çerçevesinde biraz daha açarsak tüketicilerin ve kamunun ellerindeki sınırlı kaynaklarla yaptıkları tercihlerin konsolide sonucu olarak düşünebiliriz. Tüketicilerin bu etkinlik içindeki tercihleri ve davranışları ekonomik sonuçlar doğuruyor. Örneğin bir tüketici yerli üretim bir araba kullanmak yerine pahalı bir yurt dışı üretim araba kullanırsa bunun ekonomiye etkisi yurt dışına daha fazla döviz çıkmasıdır. Eğer tüketicilerin n tanesi yabancı üretim bir araba alırsa o zaman n*q miktarında döviz yurt dışına çıkacaktır. Bu tüketicilerin hiçbirinin döviz kazandırıcı bir faaliyeti olmadığını varsayarsak bu alışveriş, dış ticaretimizde n*q kadar bir açık vermemize yol açacaktır. Aynı şekilde ülkedeki tüm tüketiciler tercihlerini yurt dışında üretilen mallar lehine kullandıklarında ülkenin dış ticareti o oranda bir açıkla karşılaşacaktır. Devletin davranışlarını da yine ülkeyi yöneten siyasetçilerin tercihleri belirliyor. Eğer sermaye yanlısı bir politika izlerseniz proje ve yatırım tercihlerinde sermaye kollanıyor. Toplumcu bir siyasi bakış açınız varsa kıt kaynakları toplumun öncelik ve ihtiyaçlarına kullanmayı tercih ediyorsunuz. Mesela tüm kamu yöneticileri ulaşım tercihlerinde lüks ithal arabaları tercih ederlerse kıt kaynaklarınızın bir kısmını bu arabaların ithalatına harcıyorsunuz.

Türkiye de insanların yurt dışında üretilen mal tercihleri cumhuriyetten çok önce başladı. 1838’den itibaren İngilizlerle yapılan serbest ticaret, imtiyaz anlaşmalarıyla başlayan Avrupa malı tüketim alışkanlığının kötü sonuçlarını cumhuriyeti kuranlar çok iyi görmüşlerdi. Toplumu bu hastalıktan kurtarmak için ilk yaptıkları işlerden biri eğitim kurumlarında yerli malı haftasını başlatmak olmuştu. Daha sonraki yıllarda bazı siyasetçilerimiz bunun komünist/devletçi bir etkinlik olduğunu ileri sürerek toplumun gündeminden çıkardılar. Hemen arkasından tüketicileri yabancı üretimi mallara alıştırmak için ne alırsan 1 TL dükkânlarını açtılar. Böylece Türk tüketicisinin bugünkü yabancı malı tercih ve tüketim alışkanlığı, ciddi bir ekonomik krizden yeni çıkılmış olmasına rağmen 1980’lerden sonra tekrar canlandırıldı. Bugün Türk tüketicisi davranışlarının ulusal ekonomiye etkisini ve toplumsal sonuçlarını dikkate almadan, hatta tüketici kredilerini de kullanarak çok rahatlıkla gelirini aşan harcamalar yapmaktadır. Toplumun belirli bir kesiminde ve gençlerde çok güçlü bir yabancı marka tüketim motivasyonu gelişmiştir. Ülkedeki yabancı bankaların pompaladığı tüketici kredileri yine yabancıların projelerini yaptığı ve yönettiği AVM’lerde (Açık Verme Merkezleri) yine ithal mallarının tüketiminde kullanılıyor. Batı etkisindeki popülist sistem siyasetçileri, tüketicilerin borçlanarak da olsa kendilerini refah içinde hissetmelerini, kendi şahsi çıkarlarına hizmet ettiği için bu sahte zenginlik oyununa şimdiye kadar herhangi bir müdahalede bulunmadılar. (Yabancılara borçlanılarak üretmeden yükseltilen GSMH) Bugün şehirlerimizde yenilenen binalarımızda bile eskiye oranla daha fazla yabancı girdi kullanılıyor. 50, 60 sene önce inşa edilen binalarımız çok daha yerli ve millidir! Böylece yeniden inşa edilen bina sayısı arttıkça ülkenin döviz çıktısında da o oranda yükseliş olmaktadır. Bu durum tamamen tüketicilerin ve kamunun tercih ve kararlarını kendi çıkarları doğrultusunda kullanmalarının sonucudur. Kimse ayağını yorganına göre uzatmak istememektedir.

Kamuya gelince; Türkiye’de devlet Cumhuriyetle birlikte çok uzun süre kapitülasyon ve özel anlaşmalar sonucunda biriken Osmanlı borçlarını ödedi. Geçmişte yaşanan bu kötü deney ve sonuçlar, ilk zamanlarda cumhuriyet hükumetlerinin içe dönük batıya karşı kalkanları açık temkinli bir politika izlemelerine yol açtı. 1980’den sonra devletin kalkanları birer birer indirilerek pazarlarımız yine batı ülkelerinin markalarının işgaline açıldı. Kamuyu kontrol eden iktidar politikacılarının tercih ve davranışları sonucunda toplumun borçları hızla arttı. Politikacılar ülkenin kaynak yaratma kapasitesini dikkate almadan tam gaz borçlanarak popülist göz boyama projelerine devam etmektedirler. Dünyada en büyük köprüleri, en büyük hastaneleri, en büyük adalet binaları en büyük uzun tünellerini inşa ederken borçlarımız çığ gibi büyüyor. Bugün gelinen noktada borçların geri ödenmesinde yaşanan sıkıntı, yükselen kurlar, faizler, enflasyon toplumu oluşturan tüketici ve kamunun tercih ve davranışlarının sonucudur. (Bir ekonomi elbette dış dünyadaki gelişmelerden de etkilenir ancak tercihleriniz neticesinde borçla yaşar hale gelmişseniz, Trumpgillerin her konuşmasında yaprak gibi savrulursunuz çünkü direnciniz zayıflamıştır.) Lüks yaşamı ve tüketmeyi tercih eden tüketiciler ve lüks arabalarından inmek istemeyen kamu yöneticilerinin gelinen noktada suçu lobilere yüklemeye çalışmaları gayrı ciddi bir savunmadır.

Özetle hiçbir şekilde yeterli kaynak üretemeyen, çok borçlu bir ekonominin, bu durumun esas sorumlusu olarak tüketici ve kamu tercih ve davranışlarını dikkate almadan, faiz, kur, enflasyon üçgeni tartışmaları ile düzlüğe çıkacağına inanmak, bir aldanma ve aldatmacadır. Paradigmalar değişmediği sürece bu durumu, değil damat, dünyanın en iyi ekonomistlerinden bir kurul oluştursanız yine düzeltemezsiniz.

Özlü Söz: Küçük adımlar, uzun vadede büyük sonuçlara yol açar.

Ya da "Yanlış adımlar, uzun vadede kötü sonuçlara yol açar" Bunu da ben söyledim...

Hiç yorum yok: