Pazartesi, Mart 25, 2019

Toplum Nasıl Ayrıştırılır?

Bir süredir siyasetçilerimizin medyada ve meydanlarda yaptıkları konuşmalara ve söylemlerine bakınca içimden birkaç satır yazmak geldi. İnsan niçin içinde yaşadığı topluma karşı bu derece hoyrat davranır? Toplumun zarar görmesinden veya bir çatışma ortamına zemin hazırlanmasından en çok kimler çıkar sağlayacaklardır? Yoksa toplumun ayrıştırılması iktidarını yitirmek istemeyen politikacıların başvurdukları bir son koz mudur? Bu soruların cevaplarını sizler de tahmin edebilirsiniz. Ben takip eden satırlarda sadece bir farkındalık yaratmak için sosyolojinin toplumla ilgili bölümlerinden alıntılar kullanarak düşüncelerimi aktaracağım. Önce toplumu tanımlamamız lazım.

Toplumu tanımlayan birçok sosyolog var. Bunlardan Gordon Marshall Sosyoloji Sözlüğü’nde toplumu, ortak bir kültürü paylaşan, belli bir toprak parçasında yerleşik ve kendilerini birleşik ve özgün bir varlık olarak gören insanlardan oluşan bir birim olarak tanımlıyor.

Bu tanımda dikkat çekici olan nedir? Ortak kültür, belli toprak parçası ve bu toprak parçasında yaşayan insanların birbirlerini birleşik görmeleri. Peki bu toprak parçasında yaşayan insanlar bu ortak kültüre ya da toprağa nasıl sahip olmuşlardır? Marshall’ın tanımı bu hâliyle sorumuza cevap vermemektedir.

Doğan Ergun da "Sosyoloji" isimli kitabında şunları anlatmaktadır: Tarihte ve tarih öncesinde ne kadar eskilere gidilirse gidilsin insanın grupta ya da gruplarda yaşadığını görürüz. Ve bu grupların az çok örgütlenmiş oldukları, adetlere, geleneklere, toplumsal inançlara sahip oldukları anlaşılmıştır. İlk ve en önemli kesinlik, bu insan gruplarının, doğada ve doğayla olan ilişkileri içinde oluşmasıdır. “İnsan yalnız yaşayamaz” demek, onun birkaç başka kimseye ihtiyacı yüzünden grupların oluştuğunu söylemek ve doğa temel ögesini dikkate almamak demek değildir. Bir insanın ihtiyaçlarının, öteki insanların çalışmasına bağlıdır ve bu, her insan için böyledir. Yaşamaya devam edebilmesi için doğanın güçlerine karşı bir insanın tek başına savaşamaması, tek olanak ve salt zorunluluk olarak insanların güçlerini birleştirmiştir, bir arada olmalarını sağlamıştır. Bugünkü sosyoloji, doğa içinde bir arada olma gerçeğinden hareket ederek, toplumu, insanların doğayla ilişkilerinin ve kendi aralarındaki ilişkilerin bir bütünü olarak tanımlamaktadır. Bu ilişkiler bütünü, bir yapıda biçimlenmiştir ve bu biçime “toplumsal yapı” denir. 

Görüldüğü üzere bu son tanım insanların ya da bireylerin var olmak ve ilerleyebilmek için tarihsel süreçte örgütlü bir şekilde yaşamalarından toplumların ortaya çıkmış olduğunu vurgulamaktadır. Bütün bu tanımları birleştirirsek daha detaylı bir tanım elde ediyoruz. Toplum, belirli bir dönemde ortak ve karşılıklı bağımlılık içinde yaşayan, en geniş anlamda doğaya karşı mücadele etmek amacıyla birleşmiş insanlardan oluşan ve birbirini izleyen kuşaklar yoluyla kültürel süreklilik kazanan, bir ölçüde kendi kendine yeterli bir birimdir.14 Bu tanım çok önemli bir hususa vurguyu yapıyor: kültürel süreklilik. Çünkü ancak süreklilik olduğu zaman hem kültürün kalıcılığı sağlanabilmekte hem de bu birikim aracılığıyla, söz konusu örgütlenme ilerleyebilmekte ve gelişebilmektedir. 

Bir toplumun yukarıdaki özellikleri kazanması için uzun bir süreç ve çaba gerektiriyor. Şimdi bir toplumu nasıl ayrıştırırsınız? Gördüğünüz gibi toplumu bir arada tutan harca kültür diyoruz. Kültür; değerler, davranışlar, simgeler, törenler, yazılı ve yazılı olmayan kurallar bütünü. Şimdi bir toplumu yıkmak istiyorsanız o kültürü oluşturan kurumlara saldırırsınız. Hangi kurumlar? Öncelikle okullar ve dini kurumlar. Bu kurumlarda farklılıklar yaratırsınız. Biz ve onlar ifadelerini sık sık kullanarak toplumu kategorileri ayırırsınız. Bir süre sonra bir bakmışsınız toplumda birbirine benzemeyen farklı kimlikler alt kültürler oluşmuş. Kültür değişmeleri, kültürünü yitiren gruplarda sistemlerin çözülmesine yol açmakta ve zamanla bireysel tutum ve davranışlarda da bir kaosa yol açmaktadır çünkü kategorik şekilde farklılaşan gruplar, aralarındaki farklılıkları abartarak her fırsatta çatışma eğiliminde olurlar. Böyle giderse bir süre sonra Türkiye birbirini anlamayan, dinlemeyen, asla iletişim ve diyalog kuramayan insanların bir arada olduğu bir topluma dönüşecektir. İşte bugün özellikle hukukla ile ilgili alanlarda yaşanan kaosun nedeni budur. Çünkü mevcut hukuki düzene karşı eğitim kurumlarında alternatif bir düzen oluşturma çabası içine girilmiştir. Bu gelişmeler toplumda farklı düşünen alt kimliklerin gelişmesine yol açmaktadır. Bu ikili yapı her alanda çatışmalara yol açarak anlaşmazlıkları çözümsüz bir hale getirmektedir.

Siyasette insanları ayrıştıran provokatif dilden mutlaka vazgeçilmesi gerekiyor. Siyaset ve kanaat önderleri konumundakilerin sorumluluğu çok büyük. Çünkü ileride geri dönülemeyecek, tahribatlara yol açacak bir dil kullanıyorlar. Söylemleri toplumu toplum yapan müşterek tarihsellik, örgütlülük ve süreklilik niteliklerine zarar veriyor. Bu çok kötü bir şey. 

Ayrışmak yok olmaktır!

Hiç yorum yok: