Haberlerden; İsviçreli banka Credit Suisse
raporuna göre, Türkiye'deki toplam 1 trilyon 41 milyar dolarlık
servetin yüzde 39,5'lik kısmı, nüfusun sadece yüzde 1'lik kesiminin elinde
bulunuyor. Nüfusun en zengin yüzde 10'unun servetten aldığı pay ise yüzde 69,8.
Detaylı bilgi için: https://www.sozcu.com.tr/turkiyede-en-zengin-yuzde-5in-serveti-kalan-yuzde-95in-toplamindan-fazla-wp7774296
Gelir dağılımı eşitsizliği göstergesi Gini katsayısı da yükseldi
En son
yapılan araştırma sonuçlarına göre Gini katsayısı (sıfıra yaklaştıkça gelir
dağılımında eşitliği, bire yaklaştıkça gelir dağılımında bozulmayı gösterir) bir
önceki yıla göre 0,018 puan artış ile 0,433 olarak tahmin edildi. Tüm
sosyal transferler hariç tutulduğunda Gini katsayısı 0,520, emekli ve dul yetim
maaşı dahil diğer tüm sosyal transfer gelirleri hariç tutulduğunda ise 0,445
olarak tahmin edildi. Yine bu bozulmanın somut göstergesi olarak en zengin %5
ile en yoksul %5 arasındaki gelir farkı 31 kata çıkmış (Kaynak: TUİK)
Son olarak geçen hafta yine basından İngiliz emlak danışmanlığı şirketi Knight Frank'in yayınladığı varlık raporundan haberimiz oldu, ultra zenginlerin sayısının dünya çapında arttığını, ancak 2023 yılında ultra zengin sayısındaki en büyük oransal artış yüzde 10 ile Türkiye’de yaşanmış. Rapora göre, 2022’de 30 milyon doların üzerinde serveti bulunan kişi sayısı bin 761 iken, 2023’te bu rakam bin 932’ye yükselmiş. Sizce bu gelişme neden yaşandı? Bu konudaki düşünceme de son bölümde yer vereceğim.
Böylece AKP
iktidarının zengini daha zengin, fakiri daha da fakirleştiren ekonomi
politikaları uluslararası raporlara da yansımış oldu.
Sermayenin
az sayıda kişinin elinde yoğunlaşması iyi bir şey değil. ABD'deki en zengin
insanların her birinin milyarlarca dolarlık serveti var; ancak bu zenginlik
sanat, altın, emlak, kaliteli şarap, mücevher, eski otomobiller ve özel
sermayede yatıyor. Paralarının büyük kısmının verimsiz varlıklara yatırılması, varlık
fiyatlarının daha da yükselmesine, satın alınabilirliğin ve eşitsizliğin
kötüleşmesine neden oluyor.
Bu haberleri okuyunca ODTÜ yıllarında bir ekonomi dersinde sınıfta hocayla yaptığımız bir tartışma aklıma geldi. Tartışmanın konusu sermaye yoğunlaşmasının eninde sonunda siyasi düzenin de oligarşik bir yapıya kaymasına sebep olacağıydı ki bugün baktığımda hem Türkiye’de hem de Amerika’da böyle bir gidişat var. Doğal olarak servetin büyük bir kısmı küçük bir kesimin elinde yoğunlaştığı zaman bu kesimin hem finansal olanaklara ulaşması kolaylaşıyor hem de piyasalar üzerinde hakimiyetleri güçleniyor. Örneğin 20 Şubat 2024 tarihli bir habere göre borsada 10 milyon TL ve üzeri portföyü olan 15 bin 613 yatırımcı borsadaki toplam portföyün yüzde 79,81’ini elinde tutuyormuş.
Ülkemizdeki
eşitsizlikler ve adaletsiz gelir dağılımı ile ilgili temel istatistiklere
kısaca yer verdikten sonra, hiç tartışmasız bu durumu yaratan ekonomik sistem hakkında
tarihten iki ünlü iktisat düşünürünün görüşlerine de aşağıda kısaca yer vermek
istiyorum.
Adam
Smith ve Karl Marx
Hem Smith
hem de Marx, ilkel sermaye birikimini ve iş bölümünü modernitedeki
zenginleşmenin kaynağı olarak görüyorlardı. Diğer birçok klasik okul
iktisatçısı gibi, hem Smith hem de Marx, Fransız merkantilizmine özgü korumacı
ticari sistem tarafından desteklenen, devlet hazinesine sürekli para
eklenmesine dayanan bir zenginlik kavramını reddettiler. Bununla birlikte,
genel servetteki bu çarpıcı artıştan kimin yararlanacağı konusunda fikir
ayrılıkları yaşadılar.
Adam
Smith’e, kapitalizmi ekonomik büyüme ve gelişme için harika bir sistem olarak
görüyor, ancak kapitalizmin doğuştan gelen bir sorunu olarak büyümeden elde
edilen kazancın çok eşitsiz dağıtılmasından yakınıyor. ( Ne de olsa bir din
adamı!) Bu eşitsizlik birkaç nesil sonra daha da artıyor. Bu durum, nüfuz sahibi olanların
(diğer adıyla politikacıların) parası olanlarla yakınlaşma eğilimi ve tam
tersi, sadece paraya sahip değil aynı zamanda bir bütün olarak toplumun tüm
işleyiş kurallarını belirleme becerisine sahip bir seçkinler sınıfı oluşturma
eğilimiyle daha da kötüleşiyor. (Bunu ülkemizde net bir şekilde yaşıyoruz)
Nüfuz sahibi
zenginlerin, nüfuzlarını ne yapmak için kullandıklarını düşünüyorsunuz? Tabii
ki daha da zenginleşip, daha az vergi ödemek için! Ülkemizde niçin iktidarların
nüfuz sahiplerine dokunamadıklarını ve maliye politikası araçlarını kullanarak
vergi vermeyen ve vergi kaçıran sınıflara yönelik ciddi önlemler almadıklarını
yukarıdaki açıklamadan daha iyi anlıyoruz.
Marks ise
kapitalizm ve büyüme arasındaki ilişkiyi sömürü açısından değerlendiriyor. Kapitalizmin
doğası gereği eşitsizlik yaratacağını öngörmüş ve bu sorunu artık değer kuramı
ile açıklamış. Sanayi devriminin başında işçiler, bugün ise sabit
ücretli tüm çalışanların yarattığı katma değerin önemli bir kısmı artık
değerden oluşuyor ve kapitalist hem işçilerimizi fazla çalıştırıyor, hem de fazla
çalışılan sürenin üretim karşılığını emekçiye ödemiyor, el koyuyor. Tabii
yabancı sermayenin hâkim olduğu sektörlerde buna rahatlıkla sömürü diyebiliriz.
Yani sistemin doğası sürekli sermaye sahibi lehine çalışıyor. İşte Karl Marx bu
nedenle işçilerden kapitalizmi ve özel mülkiyet egemenliğini devirmelerini ve
onları sömürüden kurtarmak gerektiğine inanıyordu. Bugün ülkemiz ekonomisi
sözde büyürken, ki bana göre şişerken gelir dağılımının ve Gini katsayısının
neden çalışanlar aleyhine bozulduğunu ve gücü elinde tutan sınıfların iktidarı
kaybetmemek için sıklıkla neden mafya yöntemlerine başvurduklarını daha iyi
anlıyoruz. (Bu arada Avrupa’da ortalama en uzun çalışma saati Türkiye’de)
Bu konuda değerli
gazeteci, ekonomi yorumcusu Şeref Oğuz ülkenin durumunu Hobin Rood
isimli yazısında özetlemiş; https://t.co/sh0W1X2Gat
Hobin
Rood Ekonomisi
1-Zenginden alıp fakire veren Robin Hood adı masal kahramanı vardır. 2-Bizde ise fakirden alıp zengine veren bir Hobin Rood ekonomi yönetimi var 3-Bankada parası olan, dolarla flörtleşmesin diye KKM icat ettik. Zaten para sahibi olanlar için gayretteyiz. 4-Üstelik bunu parası olmayandan topladığımız vergilerle finanse ediyoruz. Sistem onlar çalışıyor. 5-Şu anda emeklisinden ücretlisinden esirgeyip en zengin kesime aktarıyoruz.
Gözlerimdeki
ışıltıyı görüyor musunuz?
Özellikle son
iki yıldır kötü ekonomik yönetim, ülke aleyhine gelişen iç ve dış dinamikler ve
ekonomiden sorumlu bakanın gözlerindeki ışıltının da etkisiyle ekonominin temel
maliyet unsuru olan döviz kuru büyük bir sıçrama yaptı. Döviz krizini
hafifletme gerekçesiyle teşvik edilen yatırım ve tasarruf ürünleri; KKM,
yükseltilen borsa, son olarak yükseltilen faizler zaten birikimi olan kesimin
servetlerini daha da artırmalarına yol açtı. Bu politikaların sonucunda 2023
sonu itibariyle 1932 kişinin 30 milyon doların üzerinde servet sahibi olduğu
bir ülke olarak birinci olduk! Adnan Menderes’in her mahallede bir milyoner
yaratacağız vaadi sonunda gerçekleşti ama milyonlarca insanımız et yiyemez hale
geldi!
Görüldüğü üzere teşhis yanlış olduğu için çözüm diye savunulan uygulamalar sürekli toplumun varsıl kesiminin lehine çalışıyor ve biraz gecikmeyle sabit gelirlilerin (işçi, memur ve emekliler) aleyhine sonuçlar doğuruyor. Bu durumu Gini sonuçlarında da görüyoruz.
Tam yazımı bitiriyordum ki, karşıma şu istatistikler çıktı onları da buraya ilave etmeden geçmek istemedim.
Gördüğünüz
gibi tüketim malı ithalatı da tam gaz devam ediyor. Tam 49 milyar dolar!
Amerika’da
olduğu gibi mevcut servetlerinin veya siyasetle bağlantıların gücüyle kolay
para kazanan bir sınıf kolay da para harcadığı için, bu kesim inelastik bir
talep eğrisi oluşturuyor. Tüketim alışkanlıklarını her fiyattan devam
ettiriyorlar. “Cadde de lüks lokantalar devamlı dolu, demek ki kriz yok!”
söyleminin açıklaması budur. Bu eğilim çıtanın en üstündeki ürünlerin
fiyatlarını yukarı çektiği için, aynı kategorideki tüm ürünlerin fiyatları
göreceli olarak yükseliyor.
Burada tehlike şu; Son araştırmalar, daha düşük düzeydeki gelir eşitsizliğinin daha yüksek düzeyde demokrasiye yol açtığını ve eş zamanlı bir ilişkide bunun tersinin de geçerli olduğunu gösteriyor. (Democracy Capitalism and Income Inequality_ Seeking Causal Dire.pdf)
Bu derlememden
herkesin ayrı bir çıkarımı olacaktır. Benim bir ekonomist ve sosyolog olarak
tek bildiğim demokrasiler orta sınıflar üzerinde yükselir. Orta sınıf temeli
oluşturur. Temel zayıflar ve toplum ekonomik olarak uçlara kayarsa sosyolojik
ve siyasal olarak da kayar ve aristokrasilerin, açık dille despotizmin şansı
artar çünkü bu durumda siyasi iktidarlar ekonomik sorunları ve beraberinde
gelen sosyal sorunları çözebilmek için her geçen gün daha despotlaşırlar, ki
araştırmalardan da bu sonuç çıkmış.