Dünyada iki gerçeklik var. Biri dünyanın kendi gerçekliği. Bu gerçeğe filozofların deyimiyle saf aklın gerçeği diyebiliriz. Diğeri ise sosyal gerçeklik. Bu gerçekliği ise insanlar gündelik hayatın içinde ve kendilerini çevreleyen sosyo-kültürel bağlama göre inşa etmektedirler. Saf gerçeği görmemiz sosyalleşme sürecimizde bulunduğumuz çevre (aile, okul, arkadaşlar) daha sonra yetişkin olunca politikacılar ve medya tarafından engellenir. Bu son saydıklarım zihnimizde sanal bir gerçeklik oluşturulmasına yardımcı olur ve algıları yönetmek için iletişim araçları kullanılır. Hükümetlerin propaganda veya iletişim başkanlığı adı altında ofisler kurmalarının bir amacı da budur.
Duyularımız
aracılığıyla dış dünyadan gelen bilgiler mercek/filtre görevi gören bir
mekanizmadan geçerek algı haritamızı oluşturur. Algılarımız, gerçekliğe nasıl
odaklandığımızı, işlediğimizi, hatırladığımızı, yorumladığımızı, anladığımızı,
sentezlediğimizi, karar verdiğimizi ve davranışlarımızı etkiler.
İnançlarınız,
“içsel gerçeklik haritanızı” ve kendinizi ve dünyayı nasıl gördüğünüzü
tanımlar. İçsel gerçeklik haritanız kendi etnik, ulusal, sosyal, ailevi ve dini geçmişinizin filtrelerine dayanır ve siz hayatı bu haritanın perspektifinden yorumlar ve yaşarsınız. Herhangi bir
inanç, ne kadar doğru olursa olsun, günlük olarak düşüncelerimizi,
duygularımızı ve davranışlarımızı yönlendirir, “dünya haritamızı”
yansıtır. Gerçeklikte gezinmemize yardımcı olur.
Algı ve
gerçeklik arasındaki farklılıkları anlamak için aşağıda yer verdiğim harita ve
bölge metaforu değişim yönetimi çalışmalarımda da sık kullandığım güzel bir modeldir.
Harita bölge değil!
Matematikçi
Alfred Korzybski tarafından 1931’de algının gerçeklikten farklı olduğu
gerçeğini açıklamak için bu kavramı geliştirmiştir. Harita, inanç sistemimizin,
değerlerimizin ve ilkelerimizin (Dünyayı nasıl gördüğümüz) özetle algımızın bir
metaforudur. Zihnimizde sahip olduğumuz dünya haritası gerçek dünya değil,
sadece inançlarımızın bir yansımasıdır. Hepimizin farklı haritalara ve dünyayı
görme yollarına sahip olduğumuz gerçeğine dayanarak, her insanın farklı bir
gerçekliği vardır. Çoğu insan (veya hepsi), dünyayla etkileşim kurmak yerine içsel
haritalarıyla etkileşime girer. İşte bu yüzden sokakta karşılaştığımız iktidar
yanlısı ve muhalif iki kişinin aynı ekonomik ve sosyal sorunlar ile ilgili yorumları
bizleri şaşırtıyor. Filtreleri
gerçekleri çok farklı bir şekilde algılamalarına sebep oluyor.
Algı ve gerçeklik
ayrımına kısaca yer verdikten sonra politikacıların algı mekanizmasını nasıl kullandıklarına
göz atalım.
Algı Yönetimi ve Siyasetçiler
Son seçimler, algı yönetiminin ve komplo teorilerinin sonuçları etkilemeye yönelik
siyasetçilerin en önemli araçlarından olduğunu gösterdi. Seçmenlerin duygularını,
güdülerini ve nesnel akıl yürütmelerini etkilemek için seçmen kitlesinin
taşıdığı değer ve inançlarına göre titizlikle seçilen bilgiler ve görüntüler
her kanaldan kamuoyuna iletildi. Özellikle; şan, şeref,
din, devlet ve vatan duygularına hitap edilerek bireylerin duyguları harekete
geçirildi. Bazı riskler alınarak ve gerçekler çarpıtılarak TSK’nın projelerinin
bile algı yaratmak için kullanıldığını gördük.
Ülkemiz
gerçeğine baktığımızda sağ hükümetlerin genellikle eğitimi zayıf, düşük gelirli
muhafazakâr sosyo-kültürel gruplardan oy aldığı artık açık. Sosyo-ekonomik yapı
ve demografik dağılım siyasi sonucu etkiliyor. Bu kitlelerle temaslarında
politikacılarımız onları etkilemek için uzun nutuklar yerine birkaç kısa cümle
ve sloganla onların duygularını coşturup gerçek dünyayı görmelerini engelliyorlar.
Yüksek eğitimli bilinç seviyesi yüksek insanları bu gibi konuşmalarla etkileyemedikleri
için, sosyal psikolojide yer aldığı şekilde, muhalif seçmen düşmanlaştırılmak/yabancılaştırılmak
suretiyle hem sağ seçmenin konsolidasyonu sağlanıyor hem de muhalefete karşı
öne sürülen tezlere meşruiyet kazandırılıyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder