Birkaç sene önce
sürdürülebilirlik konusunda Columbia üniversitesi profesörlerinden Jeffrey
Sach’tan aldığım “ Sürdürülebilir
Kalkınma” isimli derste toplu göçler 21.yüzyılda toplumların güvenliğini
tehdit edecek en büyük sorunlar arasında gösterilmişti. Bugün ABD, Avrupa ve
Türkiye’de yaşanan sorunlar bunun ne kadar doğru bir tespit olduğunu gösteriyor.
Yakın zamana kadar ülkelerine gelen göçmenlere ses çıkarmayan ülkeler artık tepki
göstermeye başladılar. Önce Trump Meksikalı göçünün ABD’ye olan etkisini çok
iyi gördü çünkü demografi istatistikleri 2050 yıllarında ABD Latin nüfusunun
beyaz Amerikalı nüfusunu geçeceğini öngörüyordu. Son olarak Danimarkalı tarih profesörü
Uffe Østergaard: Entegrasyon modelinin başarısız olduğunu savunarak Avrupa
Birliği'nin (AB) sınırlarına duvar çekmesinin zamanının geldiğini öne sürdü. Østergaard,
Avrupa'nın sınırlarını korumanın gereği olarak duvarın dört şerit dikenli tel,
projektörler ve gözetleme kuleleriyle donatılması gerektiğini ileri sürdü. Bu yoldan gidilmezse Batı, Doğu ve
Güney Avrupa arasında göçün idaresi konusunda birbiriyle çelişen görüşler
yüzünden tez zamanda ayrılık yaşanacağını söyleyen profesör, şöyle yazdı: "Sınırları korumak lazım, yoksa yerli
nüfus hükumete isyan edecek."
Göç konusunda ilk çalışmaları yapan, The Laws of Migration isimli kitabın yazarı E.G.Ravenstein (1834-1913) istatistiklerden yararlanarak iç göçleri oluşturan yasaların
uluslararası göçler için de geçerli olduğunu belirterek göç üzerinde yapılan
çalışmaları “itme-çekme teorileri”
başlığı altında genellemiş. Göçün nedenleri olarak insanları doğdukları
yerlerden ayrılmaya zorlayan itici faktörleri ve onları göç alan belirli
ülkelere çeken çekici faktörleri gösteriyor.
Ravenstein’ın
geliştirdiği göç yasasının diğer bir unsuru, her göç akımının bir süre sonra
toplumun emme sınırlarını aştıktan sonra dengeleyici karşı bir akım
ürettiğidir. Trump’ın başlattığı tartışma, AB’deki önlemler ve son olarak
Türkiye’de Suriyeli nüfus ile ilgili yükselen sesler bu duruma örnektir. Uluslararası
göçlerin etkisi ile emme sürecinin yaşandığı gelişmiş ülkeler, eğer göçleri
sınırlayan bir yasa da yok ise, bir doyum yaşayarak belirli bir sürenin sonunda
göç sınırlamasına gideceklerdir. Başlangıçta çok kültürlülüğü savunan, çeşitli
kültürlerin bir arada yaşamasına imkân sağlayan Avrupa, ABD, Avustralya ve
Kanada gibi ülkelerin geçirmiş olduğu süreç bu şekildedir. Göç sınırlaması ile
aynı zamanda illegal yollardan göçmen olarak kalanların sebep oldukları problemler
şu günlerde gündemi meşgul etmeye devam etmektedir. Bakın en büyük şehrimizin
belediye başkanı bu konuda neler söylüyor;
“Mülteci
sorunu Türkiye'de yönetilememiştir. Tabiri caizse serbest. Saldım çayıra mevlam
kayıra derler ya böyle. Siz 3.5 milyona yakın göçmeni her yere dağıttınız.
İstanbul'da kayıtlı rakamlara göre 600 bin kayıtlı olmayana göre 1 milyona
yakın. O insanlara yazık. Şu anda gerçekten zor durumda olan göçmenleri var
İstanbul'un. Çocuk evlilikleri görüyorum, dilencilik yapanları görüyorum. Önce
Suriyelilerin insanca yaşam koşulunu sağlayacağız. Kurumlarla işbirliği
yapacağız. Çalışıyor ve yardım alıyorlarsa bu yanlış. En büyük sorun kayıt dışı
çalışan Suriyeliler.”
Daha
ucuz iş gücü olarak görüldükleri için kaçak göçmenlere karşı belirli bir talep
söz konusudur. Çağdaş göç teorilerinden “İkili
Emek Piyasası teorisi”’ ni geliştiren Michael J. Piore’ye göre sanayileşmiş
ülkelerdeki işverenler, metropol ülkenin işçileri tarafından beğenilmeyen işlere
bu kaçak göçmenleri yerleştirmektedir. Göçmenler yerli halkın yapmayı
istemediği mesleki hiyerarşinin en alt kademesindeki işler için bir çözüm
olarak görülmüşlerdir (Türk işçilerinin Almanya’daki durumu buna güzel bir
örnektir) Ancak geçici olması beklenen bu hareketler, göçmenlerin gittikleri
ülkelerde niyet ettiklerinden daha uzun süre kalmaları ve çocuk sahibi olarak
ya da ailelerini de yanlarına alarak kalıcı ilişkiler geliştirmeleriyle sonlanmaktadır.
Peki, biz ne yapıyoruz?
Bugün
Türkiye’de kayıtlı kayıtsız 4-5 milyon Suriyeli var. Gerçek rakamı kimsenin
bildiğinden emin değilim. Resmi rakamlara göre bunlar için şimdiye 35 milyar
dolar harcanmış. Bunların dışında birde gittikçe artan Asyalı göçmenler var.
Bunlar genellikle marjinal işlerde çalışıyorlar. Teorinin dediği gibi küçük
esnaf ve KOBİ patronları bu kaçak Asyalı işçileri çok sevdi. Oldukça ucuza emek
yoğun, vasıfsız işlerde çalıştırılıyorlar. Ancak bu nedenle yüzlerce düşük
eğitimli Türk genci iş bulamıyor. Prof. Oğuz Esen ve Ayla Binatlı'nın “İktisat ve Toplum Dergisi” de yayınlanan
makalelerinde gösterdikleri verilere göre Suriyelilerin Türkiye’ye gelmeye
başladığı 2011 yılından itibaren ülkedeki hızla artan işsizlik oranı, 2017'nin
başında yüzde 12'ye kadar çıkmış durumda. Bugün bu oran %15’lere dayandı.
Şimdi sıkı durun, ülkemizdeki Suriyeli sayısının
Türkiye nüfusuna etkisi ise, diğer tüm etkilerin kaynağını oluşturacak değerde
Emekli Mülkiye Başmüfettişi Mahmut Esen'in tespiti. Esen, Türkiye'de geçici
koruma statüsü ile bulunan Suriyelilerin sayısı ve nüfus artış oranları
üzerinden basit matematiksel hesaplarla yaptığı tespit ile yakın gelecekte
Suriyelilerin toplam nüfusa oranlarına dikkat çekiyor. İçişleri Bakanı Süleyman Soylu'nun açıklamalarına
göre, Türkiye'de kayıt altına alınan Suriyeli sayısı 2017'de 3 milyon 426 bin
786, 2018'de ise 3 milyon 613 bin 961.
"Fırat Kalkanı ve Zeytin Dalı"
harekâtlarından sonra ülkelerine dönen 291 bin 790 Suriyeli de hesaplandığında,
2018 yılında ülkemizdeki Suriyeli sayısı 187 bin 175 kişi artmış. Bu da,
çoğunluğu doğumdan kaynaklanan bir yıllık nüfus artış oranının yüzde 5,5
olduğunu gösteriyor. Burada belirtmek gerekir ki, Türkiye'deki Suriyeli sayısı
şu an için mevcut nüfusun yüzde 4,5'ine tekabül ediyor.
Gelelim Türkiye'nin nüfus artış
hızına; Son verilere (2017) göre mevcut Türkiye nüfusu, 80 milyon 810 bin 525.
Türkiye nüfusu 2017 yılında yüzde 1,24 oranında artış göstermiş. Yani, Suriyelilerin nüfus artış
oranı, ülkemizdeki genel artış oranının 4,43 katı! Bununla birlikte 2018'de
artan Suriyeli nüfusu, 2017'de ülkemizde artan nüfusumuzun yüzde 18,8'ine
karşılık geliyor.
İşte Esen tüm bu bilgilerden
hareketle, yeni göç alınmayacağı ve nüfus artış oranları sabit kalacağı
varsayımıyla, Türkiye'nin toplam nüfusunda Suriyelilerin oranını 5 yıl sonra
yüzde 5,2; 10 yıl sonra yüzde 6,3; 25 yıl sonra yüzde 11,1 ve 50 yıl sonra yüzde
26 olarak hesaplıyor ve 5 yıl sonra her yüz kişiden 5'i, 50 yıl sonra ise her 4
kişiden 1'i Suriyeli olacak diyor!
Şimdi
yukarıda yer alan analizlere bir de TÜİK’in en son açıkladığı istatistikleri
ilave edelim. Son açıklanan (Temmuz 2019) rakamlara göre Türkiye’de doğurganlık
hızı, 2018 de 1.99 çocuk olarak gerçekleşerek, nüfusun yenilenme düzeyi olan
2,10 un altında kalmış. Şimdi Türkiye için kritik olan şu: bu oran ülkenin en
geri illerinden biri olan Urfa’da kadın başına 4,13 çocuk. Çocuk evlenmelerinde
ise yaklaşık %14 ile Ağrı ve Muş başı çekiyor. Şimdi bu rakamlara Suriyelilere
ait %5,5 oranındaki nüfus artışını da ilave edersek ve durum böyle devam ederse
en geç 2050 yılında Türkiye’nin sosyo-kültürel hatta sosyo-ekonomik yapısının
Pakistan düzeyine düşeceğini öngörmek için âlim olmaya gerek yok. Türk
toplumunun kültürel olarak hızla Araplaştığı ülkenin en gelişmiş ilçelerinden
Kadıköy’de açılan dükkânlar ve müşteri profilinden de belli oluyor. Amiral
gemisi Bağdat Caddesinden uluslar arası markalar kaçıyor, yerlerine ucuzcu,
nargileci, midyeci ve kokoreççi dükkânları açılıyor. Bir zamanlar kültürel anlamda örnek gösterilen Kadıköy çarşısı gittikçe güney doğunun ilçelerine benzemeye başladı. Kültürel simgeler hızla şekil değiştiriyor, çünkü
bunları talep eden, gelir ve eğitim seviyesi düşük, kültürleri farklı bir nüfusun
genel nüfus içindeki payı hızla artıyor.
Yukarıdaki verilerin
ışığında önümüzdeki dönemde ülkemizde yaşanacak toplumsal gelişmeleri şu
şekilde sıralayabiliriz:
·
Suriyelilerin de katkılarıyla toplam nüfus
içerisinde önümüzdeki dönem eğitim seviyesi ve geliri düşük, farklı kültürlere
sahip nüfus sayısı artacak.
·
Bu insanlar hayata geriden başladıkları için bir
üst sınıfa çıkma mücadelesine girecekler. Bu mücadele öncelikle kendi aralarında
yaşanacak. Marjinaller arasında çatışmalar artacak.
·
Vasıfsız işçi gerektiren iş alanlarındaki işler
için büyük bir yaşam ve var olma mücadelesi verilecek. (Otomasyon ve AI
vasıfsız iş gücüne olan talebi düşürecek)
·
Bu mücadele ve vasıfsız nüfus artışı Türkiye’deki
mevcut yaşam kalitesini daha da düşürecek. En azından asayiş ve güvenlik
sorunları artacak. Marjinal insanlar ancak marjinal sektörlerde iş bulabilecekleri
için her türlü yasa dışı merdiven altı faaliyet artacak.
·
Kent sosyolojisi kuramlarına göre başlangıçta
varoşlarda tutunan bu insanlar zaman içinde merkezlere yönelecekler. (Bunu daha
iyi anlamak için eğer korkmazsanız Aksaray, Laleli ve Fatih’in ara sokaklarında
bir tur atmanızı tavsiye ederim. Kaldı ki buralar varoş sayılmaz)
Özetle,
bu gelişmeler çerçevesinde GSYH reel olarak küçüldükçe ve adil paylaşılmadıkça,
vasıfsız nüfus artışı ekonomik ve sosyal sorunları daha da büyütecek. Bunların
yaratacağı sorunların gelecekteki maliyeti de çok yüksek olacak.
Derleyen: Serdar Yurdakul
Yararlandığım Kaynaklar;
https://www.artigercek.com/haberler/tarih-profesoru-gocu-durdurmak-icin-avrupa-nin-etrafina-duvar-cekelim
Yeniçağ: "50 yıl sonra Türkiye'de her 4 kişinden 1'i Suriyeli olac - Fatma ÇELİK
İktisat ve Toplum Dergisi” sayı 68
Sosyoloji Ders notları
TÜİK web sitesi
Yeniçağ: "50 yıl sonra Türkiye'de her 4 kişinden 1'i Suriyeli olac - Fatma ÇELİK
İktisat ve Toplum Dergisi” sayı 68
Sosyoloji Ders notları
TÜİK web sitesi
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder