Perşembe, Temmuz 11, 2019

İki büyük tehdit; Kalitesiz göç ve kalitesiz nüfus artışı


Birkaç sene önce sürdürülebilirlik konusunda Columbia üniversitesi profesörlerinden Jeffrey Sach’tan aldığım “ Sürdürülebilir Kalkınma” isimli derste toplu göçler 21.yüzyılda toplumların güvenliğini tehdit edecek en büyük sorunlar arasında gösterilmişti. Bugün ABD, Avrupa ve Türkiye’de yaşanan sorunlar bunun ne kadar doğru bir tespit olduğunu gösteriyor. Yakın zamana kadar ülkelerine gelen göçmenlere ses çıkarmayan ülkeler artık tepki göstermeye başladılar. Önce Trump Meksikalı göçünün ABD’ye olan etkisini çok iyi gördü çünkü demografi istatistikleri 2050 yıllarında ABD Latin nüfusunun beyaz Amerikalı nüfusunu geçeceğini öngörüyordu. Son olarak Danimarkalı tarih profesörü Uffe Østergaard: Entegrasyon modelinin başarısız olduğunu savunarak Avrupa Birliği'nin (AB) sınırlarına duvar çekmesinin zamanının geldiğini öne sürdü. Østergaard, Avrupa'nın sınırlarını korumanın gereği olarak duvarın dört şerit dikenli tel, projektörler ve gözetleme kuleleriyle donatılması gerektiğini ileri sürdü.  Bu yoldan gidilmezse Batı, Doğu ve Güney Avrupa arasında göçün idaresi konusunda birbiriyle çelişen görüşler yüzünden tez zamanda ayrılık yaşanacağını söyleyen profesör, şöyle yazdı: "Sınırları korumak lazım, yoksa yerli nüfus hükumete isyan edecek."
Göç konusunda ilk çalışmaları yapan, The Laws of Migration isimli kitabın yazarı E.G.Ravenstein (1834-1913)  istatistiklerden yararlanarak iç göçleri oluşturan yasaların uluslararası göçler için de geçerli olduğunu belirterek göç üzerinde yapılan çalışmaları “itme-çekme teorileri” başlığı altında genellemiş. Göçün nedenleri olarak insanları doğdukları yerlerden ayrılmaya zorlayan itici faktörleri ve onları göç alan belirli ülkelere çeken çekici faktörleri gösteriyor.
Ravenstein’ın geliştirdiği göç yasasının diğer bir unsuru, her göç akımının bir süre sonra toplumun emme sınırlarını aştıktan sonra dengeleyici karşı bir akım ürettiğidir. Trump’ın başlattığı tartışma, AB’deki önlemler ve son olarak Türkiye’de Suriyeli nüfus ile ilgili yükselen sesler bu duruma örnektir. Uluslararası göçlerin etkisi ile emme sürecinin yaşandığı gelişmiş ülkeler, eğer göçleri sınırlayan bir yasa da yok ise, bir doyum yaşayarak belirli bir sürenin sonunda göç sınırlamasına gideceklerdir. Başlangıçta çok kültürlülüğü savunan, çeşitli kültürlerin bir arada yaşamasına imkân sağlayan Avrupa, ABD, Avustralya ve Kanada gibi ülkelerin geçirmiş olduğu süreç bu şekildedir. Göç sınırlaması ile aynı zamanda illegal yollardan göçmen olarak kalanların sebep oldukları problemler şu günlerde gündemi meşgul etmeye devam etmektedir. Bakın en büyük şehrimizin belediye başkanı bu konuda neler söylüyor; 

Mülteci sorunu Türkiye'de yönetilememiştir. Tabiri caizse serbest. Saldım çayıra mevlam kayıra derler ya böyle. Siz 3.5 milyona yakın göçmeni her yere dağıttınız. İstanbul'da kayıtlı rakamlara göre 600 bin kayıtlı olmayana göre 1 milyona yakın. O insanlara yazık. Şu anda gerçekten zor durumda olan göçmenleri var İstanbul'un. Çocuk evlilikleri görüyorum, dilencilik yapanları görüyorum. Önce Suriyelilerin insanca yaşam koşulunu sağlayacağız. Kurumlarla işbirliği yapacağız. Çalışıyor ve yardım alıyorlarsa bu yanlış. En büyük sorun kayıt dışı çalışan Suriyeliler.”

Daha ucuz iş gücü olarak görüldükleri için kaçak göçmenlere karşı belirli bir talep söz konusudur. Çağdaş göç teorilerinden “İkili Emek Piyasası teorisi”’ ni geliştiren Michael J. Piore’ye göre sanayileşmiş ülkelerdeki işverenler, metropol ülkenin işçileri tarafından beğenilmeyen işlere bu kaçak göçmenleri yerleştirmektedir. Göçmenler yerli halkın yapmayı istemediği mesleki hiyerarşinin en alt kademesindeki işler için bir çözüm olarak görülmüşlerdir (Türk işçilerinin Almanya’daki durumu buna güzel bir örnektir) Ancak geçici olması beklenen bu hareketler, göçmenlerin gittikleri ülkelerde niyet ettiklerinden daha uzun süre kalmaları ve çocuk sahibi olarak ya da ailelerini de yanlarına alarak kalıcı ilişkiler geliştirmeleriyle sonlanmaktadır.

Peki, biz ne yapıyoruz?

Bugün Türkiye’de kayıtlı kayıtsız 4-5 milyon Suriyeli var. Gerçek rakamı kimsenin bildiğinden emin değilim. Resmi rakamlara göre bunlar için şimdiye 35 milyar dolar harcanmış. Bunların dışında birde gittikçe artan Asyalı göçmenler var. Bunlar genellikle marjinal işlerde çalışıyorlar. Teorinin dediği gibi küçük esnaf ve KOBİ patronları bu kaçak Asyalı işçileri çok sevdi. Oldukça ucuza emek yoğun, vasıfsız işlerde çalıştırılıyorlar. Ancak bu nedenle yüzlerce düşük eğitimli Türk genci iş bulamıyor. Prof. Oğuz Esen ve Ayla Binatlı'nın “İktisat ve Toplum Dergisi” de yayınlanan makalelerinde gösterdikleri verilere göre Suriyelilerin Türkiye’ye gelmeye başladığı 2011 yılından itibaren ülkedeki hızla artan işsizlik oranı, 2017'nin başında yüzde 12'ye kadar çıkmış durumda. Bugün bu oran %15’lere dayandı.
Şimdi sıkı durun, ülkemizdeki Suriyeli sayısının Türkiye nüfusuna etkisi ise, diğer tüm etkilerin kaynağını oluşturacak değerde Emekli Mülkiye Başmüfettişi Mahmut Esen'in tespiti. Esen, Türkiye'de geçici koruma statüsü ile bulunan Suriyelilerin sayısı ve nüfus artış oranları üzerinden basit matematiksel hesaplarla yaptığı tespit ile yakın gelecekte Suriyelilerin toplam nüfusa oranlarına dikkat çekiyor. İçişleri Bakanı Süleyman Soylu'nun açıklamalarına göre, Türkiye'de kayıt altına alınan Suriyeli sayısı 2017'de 3 milyon 426 bin 786, 2018'de ise 3 milyon 613 bin 961.

"Fırat Kalkanı ve Zeytin Dalı" harekâtlarından sonra ülkelerine dönen 291 bin 790 Suriyeli de hesaplandığında, 2018 yılında ülkemizdeki Suriyeli sayısı 187 bin 175 kişi artmış. Bu da, çoğunluğu doğumdan kaynaklanan bir yıllık nüfus artış oranının yüzde 5,5 olduğunu gösteriyor. Burada belirtmek gerekir ki, Türkiye'deki Suriyeli sayısı şu an için mevcut nüfusun yüzde 4,5'ine tekabül ediyor.

Gelelim Türkiye'nin nüfus artış hızına; Son verilere (2017) göre mevcut Türkiye nüfusu, 80 milyon 810 bin 525. Türkiye nüfusu 2017 yılında yüzde 1,24 oranında artış göstermiş. Yani, Suriyelilerin nüfus artış oranı, ülkemizdeki genel artış oranının 4,43 katı! Bununla birlikte 2018'de artan Suriyeli nüfusu, 2017'de ülkemizde artan nüfusumuzun yüzde 18,8'ine karşılık geliyor.

İşte Esen tüm bu bilgilerden hareketle, yeni göç alınmayacağı ve nüfus artış oranları sabit kalacağı varsayımıyla, Türkiye'nin toplam nüfusunda Suriyelilerin oranını 5 yıl sonra yüzde 5,2; 10 yıl sonra yüzde 6,3; 25 yıl sonra yüzde 11,1 ve 50 yıl sonra yüzde 26 olarak hesaplıyor ve 5 yıl sonra her yüz kişiden 5'i, 50 yıl sonra ise her 4 kişiden 1'i Suriyeli olacak diyor!
Şimdi yukarıda yer alan analizlere bir de TÜİK’in en son açıkladığı istatistikleri ilave edelim. Son açıklanan (Temmuz 2019) rakamlara göre Türkiye’de doğurganlık hızı, 2018 de 1.99 çocuk olarak gerçekleşerek, nüfusun yenilenme düzeyi olan 2,10 un altında kalmış. Şimdi Türkiye için kritik olan şu: bu oran ülkenin en geri illerinden biri olan Urfa’da kadın başına 4,13 çocuk. Çocuk evlenmelerinde ise yaklaşık %14 ile Ağrı ve Muş başı çekiyor. Şimdi bu rakamlara Suriyelilere ait %5,5 oranındaki nüfus artışını da ilave edersek ve durum böyle devam ederse en geç 2050 yılında Türkiye’nin sosyo-kültürel hatta sosyo-ekonomik yapısının Pakistan düzeyine düşeceğini öngörmek için âlim olmaya gerek yok. Türk toplumunun kültürel olarak hızla Araplaştığı ülkenin en gelişmiş ilçelerinden Kadıköy’de açılan dükkânlar ve müşteri profilinden de belli oluyor. Amiral gemisi Bağdat Caddesinden uluslar arası markalar kaçıyor, yerlerine ucuzcu, nargileci, midyeci ve kokoreççi dükkânları açılıyor. Bir zamanlar kültürel anlamda örnek gösterilen Kadıköy çarşısı gittikçe güney doğunun ilçelerine benzemeye başladı. Kültürel simgeler hızla şekil değiştiriyor, çünkü bunları talep eden, gelir ve eğitim seviyesi düşük, kültürleri farklı bir nüfusun genel nüfus içindeki payı hızla artıyor.

Yukarıdaki verilerin ışığında önümüzdeki dönemde ülkemizde yaşanacak toplumsal gelişmeleri şu şekilde sıralayabiliriz:

·         Suriyelilerin de katkılarıyla toplam nüfus içerisinde önümüzdeki dönem eğitim seviyesi ve geliri düşük, farklı kültürlere sahip nüfus sayısı artacak. 
·         Bu insanlar hayata geriden başladıkları için bir üst sınıfa çıkma mücadelesine girecekler. Bu mücadele öncelikle kendi aralarında yaşanacak. Marjinaller arasında çatışmalar artacak.
·         Vasıfsız işçi gerektiren iş alanlarındaki işler için büyük bir yaşam ve var olma mücadelesi verilecek. (Otomasyon ve AI vasıfsız iş gücüne olan talebi düşürecek)
·         Bu mücadele ve vasıfsız nüfus artışı Türkiye’deki mevcut yaşam kalitesini daha da düşürecek. En azından asayiş ve güvenlik sorunları artacak. Marjinal insanlar ancak marjinal sektörlerde iş bulabilecekleri için her türlü yasa dışı merdiven altı faaliyet artacak.
·         Kent sosyolojisi kuramlarına göre başlangıçta varoşlarda tutunan bu insanlar zaman içinde merkezlere yönelecekler. (Bunu daha iyi anlamak için eğer korkmazsanız Aksaray, Laleli ve Fatih’in ara sokaklarında bir tur atmanızı tavsiye ederim. Kaldı ki buralar varoş sayılmaz)

Özetle, bu gelişmeler çerçevesinde GSYH reel olarak küçüldükçe ve adil paylaşılmadıkça, vasıfsız nüfus artışı ekonomik ve sosyal sorunları daha da büyütecek. Bunların yaratacağı sorunların gelecekteki maliyeti de çok yüksek olacak.

Derleyen: Serdar Yurdakul

Yararlandığım Kaynaklar;

Hiç yorum yok: