Aydınlanma
2.0
Bugün
sorun nedir?
Son yıllarda
dünyada yaşanan iklim ve çevreyle ilgili değişimlerin etkileri ve nedenleri
birçok kavramla birlikte sürdürülebilirlik kavramını gündeme getirerek,
yeryüzünü paylaşan insanların ve kurumların bu sorunla başa çıkabilmek için gerekli
önlemlerin tartışılmasının yolunu açtı.
Sürdürülebilirlik
kavramı genel anlamıyla belirsiz bir süre boyunca bir durum veya sürecin
sürdürülebilme kapasitesini ifade eder (WordNet, 2008). Bu genel anlamıyla
sürdürülebilirlik birçok farklı şekillerde algılanabilmekte ve
tanımlanabilmektedir. Sürdürülebilirlik, temelde ekoloji ve ekolojik
sistemlerin fonksiyonlarını, süreçlerini ve üretkenliğini gelecekte de devam
ettirebilme yeteneği olarak algılanmaktadır (Chapin, Torn ve Tateno, 1996:
1017). Dünya kaynaklarının ve çevrenin insan faaliyetleri sonucu tükenme
sınırına doğru ilerlediği konusunda artık genel bir görüş birliği
bulunmaktadır.
21. yüzyılın
başlangıcı itibariyle küresel ölçekte ekonomik, çevresel ve sosyal krizlerin
artışa geçtiğini görüyoruz. Finans, beslenme, yakıt, su sıkıntısı, kaynak
kıtlığı, doğal afetler, kitlesel yoksulluk, toplu göçler, köktencilik ve terörizm.
Her alanda bozulma başladı. MİT’ten Prof. Otto Scharmer içine girdiğimiz yeni
dönemi yukarıda değinilen sorunların toplumların gelişmişlik düzeylerine göre
farklı etki yapması nedeniyle “Kırılma ve Ayrışma Çağı” olarak
tanımlıyor.
Bugün yaşananlar dünyada modernlik ve sanayi devrimi
ile başlayan, Aydınlanma 1.0 diye adlandırdığım gelişmiş batı
toplumlarının modern yaşam, düşünce ve davranışlarını şekillendiren alışılmış
sistem ve paradigmanın artık sürdürülebilir olmadığını gösteriyor. Aradan geçen
iki asırlık süreçte dünya üzerindeki nüfus ve sosyal yapı çok değişti. Hızlı
nüfus artışı, aşırı üretim ve tüketim bugün kaynakların hızla tükenmesine ve
çevrenin erozyonuna yol açtı. En basit örnek; ülkemizde 50-60 sene önce bir
deniz balığı bolluğu yaşanıyordu. Bugün yeni nesil, balık diye akvaryum
balıklarını yiyor! Dünya yeni bir yaşam paradigması ve ekonomik sistem
ihtiyacının sancılarını çekiyor. Bugün yaşadıklarımız birer semptom. Yalnız
bilmemiz gereken bir şey var; Thomas Kuhn'un bilimsel devrimler ve Arnold
Toynbee'nin uygarlıkların yükselişi ve düşüşü konusundaki çalışmalarının
ardından, bir ekonomik paradigma bir dönemin en büyük sorunlarına yararlı
cevaplar sağlayamadığında, toplumun er ya da geç bir geçiş dönemine gireceğini
söyleyebiliriz.
Peki bu duruma nasıl geldik?
Bugün; iklim
değişikliğinden toplumsal eşitsizliğe, yapısal ırkçılıktan aşırı tüketime,
okyanuslardaki plastik atıklardan gıda israfına kadar karmaşık ilişkiler ağına
dayalı problemler, yaklaşık 17.yüzyılda başlayan 19.yüzyılda olgunluğu erişen modernleşme
sürecinin, içinde bulunduğumuz yüzyılda dünya üzerinde yarattığı olumsuzlukları
diyebiliriz. Aydınlanma 1.0 sürecinde insanlar barbarlık aşamasından, doğal
kaynakları hammadde olarak kullanmayı öğrendikleri uygarlık aşamasına geçmişler
ve bu dönem insanların değerlerinde, hayat tarzlarında, dillerinde,
geleneklerinde, inançlarında ve davranışlarında özetle yaşam biçimlerinde köklü
değişikliklere sahne olmuştur. (Bauman, 2003) Bireysel düzeyde geleneksel
ahlaki değerlerin baskısından kurtulan insanların, bilinçli birey olmanın
getirdiği bağımsız ve özgür düşünme, günlük hayatlarında önemli değişimlere yol
açtı. Bunlardan en önemlisi Weber’e göre insanların çalışma ve işyerlerinin ayrılmasıdır.
Bu ayrımın ve modernliğin olumsuz yönünü teşkil eden ve liberal düşünürler
tarafında oluşturulan ekonomik düşünme sisteminin yol açtığı piyasa
ekonomisi, “bırakın yapsınlar bırakın geçsinler” düşüncesinin
ürünüdür. Ekonomik düşünme sistemleri toplumların geleceğini şekillendirmeleri
bakımından önem taşır. Yeni düzende iki önemli aktör vardır: rasyonel insan ve şirketler.
Dolayısıyla yeni dönem bu aktörlerin etrafında şekillenmiştir.
Sidney
Teknoloji Üniversitesi öğretim üyelerinden Dunphy ve Benn “Organizational
Change For Corporate Sustainability” isimli kitaplarında 19.yüzyılın başında
modern organizasyonun ortaya çıkışını bütün bu olumsuz gelişmelerin başlıca
tetikleyicisi olduğunu savunmaktadırlar.
Geleneksel
firma teorisinde, bir ticari firmanın temel amacı kar maksimizasyonudur. İhtiyaçların
ve teknolojinin sabit veri olarak alındığı bir bağlamda, tam rekabetçi bir
ortamda ürünün fiyatı ve üretim miktarı, yalnızca karı maksimize edecek şekilde
belirlenir.
Bugün
özellikle uluslararası şirket diye isimlendirilen organizasyonlar sahip
oldukları dinamizm ve kapasiteyle bu amaç doğrultusunda yeryüzü kaynaklarını
tüketerek doğayı ve toplumu şekillendiriyorlar. Kurumsal otokrasi ve
neo-liberal kuramların baskın olduğu serbest piyasanın değerler sistemi,
gezegenin ekolojik dengelerini tahrip ederek, milyonlarca insanı fakirliğe
sürüklemektedir (Örnek; Brezilya yağmur ormanları). Doğal kaynaklar kurumsal
karlılık için yağmalanırken fabrikaların zehirli atıkları yeryüzündeki
canlıların yaşam alanlarını hızlı bir şekilde yok etmektedir. Bu kirlenme
Türkiye gibi teknoloji ve sermaye kıtlığı çeken az gelişmiş veya gelişmekte
olan ülkelerde daha da belirgindir. İşte sorun burada; üretim
organizasyonlarımızı, mevcut örgütleri yok etmeden, insanlara ve yeryüzündeki
diğer yaşama zarar vermeden ve ekolojik dengeyi koruyarak nasıl
değiştirebiliriz?
Değişim için ne yapabiliriz?
Bir şeyi
değiştirmek için önce onu derinlemesine anlamanız gerekir. Bu değişimde
milyarlarca insanın ve yüzbinlerce şirketin hem özne hem de nesne olduğu insan
toplulukları söz konusuysa, sistem düşüncesi yaklaşımı en doğru yöntem
olacaktır. Başlangıçta söz edilen olumsuzluklar sistemi oluşturan aktörlerin
karşılıklı ilişkilerinin sonucunda ortaya çıkmıştır. Dolayısıyla çalışmaya bu
ilişkilerin incelenmesiyle başlamak gerekir.
Aydınlanma
1.0 sürecinde ortaya çıkan en önemli olgular, ulus devletlerin ortaya
çıkışı, modern şirketin oluşumu ve rasyonel birey ve rekabet
kavramıdır. Bugünkü ekonomik sistemin işleyişini bu yapılar belirlemektedir. Ayrıca
dünya üzerindeki insan topluluklarının hegemonya mücadelesi de analizlerde
dikkate alınmalıdır. Dolayısıyla Aydınlanma 2.0 başlığı altında mevcut
yapıların işleyişi tartışmaya açılarak sürdürülebilirlik amaçlı yeni tanımların
tüm insanoğlu tarafından kabul edilmesine ihtiyaç vardır.
Mevcut düzen
içinde yukarıda belirtildiği üzere iki önemli aktör var: Rasyonel insan ve
rasyonel şirketler. Dolayısıyla değişim yolunda akademisyen ve diğer değişim
ajanlarının öncelikli hedefi insanlar olmalıdır. Değişim bireyle başlar. Dünyanın bugün karşı karşıya
olduğu karmaşık sorunlara karşı harekete geçmek için mümkün olduğunca çok
insana ihtiyacı var. Hepimiz, her gün eylemlerimizle dünyanın işleyişine
katkıda bulunuyoruz. Satın aldığımız şeyler, yediğimiz yiyecekler, başkalarıyla
ve doğal çevreyle etkileşim şeklimiz: bunların hepsi, insanların gezegen
üzerinde bıraktığı kolektif etkiye katkıda bulunuyor. (Anatomyofaction.org)
Bireyle
başlayan değişim sürecinin şirketlerde liderlerle devam etmesi lazım. Şirket
performansları, borsadaki hisse değerleri, üretim miktarları, büyüme ve kar
gibi geleneksel firma teorisinin parametreleri ile değerlendirilmeye devam
ettiği sürece statüko devam edecektir. Sürdürülebilirlik gurusu John Elkington,
işletmelerin başarılarını yalnızca geleneksel finansal performans (çoğunlukla
kâr, yatırım getirisi [ROI] veya hissedar değeri olarak ifade edilir) ile
değil, aynı zamanda daha geniş ekonomi, çevre ve faaliyet gösterdikleri toplum
üzerindeki etkileriyle ölçmek gerektiğini vurgular.
Üret, tüket,
yatırımı büyüt, üret, tüket, israf et döngüsüyle çalışan mevcut piyasa
ekonomisi paradigmalarına dayalı ekonomik sistemin, dünya kaynaklarının
kirlenme ve yok olma sürecine girmiş olması nedeniyle sürdürülebilmesi mümkün
değil. Birbirimizi bindiğimiz arabalarla tükettiğimiz eşyalarla
değerlendirdiğimiz bir model anlayışı devam ettiği sürece bugünkü sorunlar
ağırlaşacaktır.
Gerçek şu ki
artık bir azınlığın ihtiyaçlarından ziyade dünyanın ve geniş kitlelerin
ihtiyaçlarını dikkate alacak bir üretim ve bölüşüm sistemine ihtiyaç var. Bugün
bu sistemin çok detaylı bir tarifini yapamayız ama sorunlar ortada. En azından
neyin yanlış olduğunu ve insanoğlunun hangi eylemlerinin bu sorunlara sebebiyet
verdiğini biliyoruz.
“Dünyada görmek istediğiniz değişimin kendisi olun" Gandhi
Derleyen
Serdar
Yurdakul
Ekonomist&Sosyolog
Temmuz 2022
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder