Pazartesi, Nisan 09, 2018

Avrupa’nın en hızlı büyüyen fakat bir türlü gelişemeyen ülkesiyiz!


Ekonomi sınıflarında okurken çok beğendiğim bir konu vardı, “Büyüme ve Kalkınma”. Derslerden birinde gelişmiş ülke, geri kalmış ülke, gelişmekte olan ülke tanımlarını tartışmıştık. Gelişmekte olan ülke tanımı hiç birimizi tatmin etmiyordu. Bir ülke ya gelişmiştir, ya da gelişmemiş. 40 sene önce gelişmekte olan ülke tanımı sınıfları dolduran heyecanlı gençlere mantıklı gelmiyordu ve hocamızla tartışıyorduk. Haklıymışız 40 sene sonra politikacılar bizi yine gelişmekte olan ekonomi olarak tanımlıyorlar. 40 senedir hala gelişememişiz! Elbette geri kalmış ekonomi diye anılmak hiçbir politikacının işine gelmiyor.

Geçtiğimiz günlerde hükümete bağlı Türkiye İstatistik Kurumu (TUİK) büyüme rakamını açıkladı. Türkiye ekonomisinin 2017 yılında %7,4 büyüdüğü iddia ediliyor. Büyüme nedir? Basit bir tanımlamayla ekonomik büyüme, ekonominin her kesimi tarafından üçer aylık dönemlerde veya bir yıl içerisinde üretilen malların ve hizmetlerin değerindeki artışı gösterir. Bu değişimi ölçmek için bir ülkenin GSYİH’ sına bakılarak (gayri safi yurtiçi hâsıla) üçer aylık veya yıllık dönemlerdeki artış veya azalışı hesaplanır.

Büyüme rakamı siyasetçilerin kontrolünde olduğu sürece siyasetçiler ellerindeki araçları kullanarak ve şartları zorlayarak belirli bir dönemde büyümeyi daha yüksek çıkarabilirler. Bir ekonominin borçlanarak daha çok tüketim ve üretim yapması, kredileri, dış ticaret hacmini arttırması, belirli sektörlerin teşvik edilmesi, düşük faizli krediler vs. ekonomiyi büyültür ama bunun adı kalkınma değildir. Kalkınma büyüme ile birlikte toplumun yasam standartlarının yükselmesi, bireylerin her yönden kendilerini daha mutlu hissedecekleri bir ortamda yaşamalarının sağlanmasıdır. Kalkınmanın öğeleri nelerdir? Bireylerin ortalama eğitim düzeyinin yukarıya çekilmesi, sosyal hizmetlerden daha çok faydalanabilmeleri, özgürlüklerin artması, yasam kalitesinin yükselmesi, ortalama ömrün uzaması, sağlıklı çocuklar yetiştirebilmek, kendi kendisiyle toplumuyla ve dünyayla barışık bireyler yetiştirebilmek, hukukun üstünlüğünü kabul etmek ve istisnasız uygulamak, insan haklarını garanti altına almak kalkınmış bir toplumun göstergeleridir. Özetle kalkınma toplumu oluşturan bireylerin yaşam kalitelerinde artış sağlar. Ekonomik büyüme sadece ekonominin bilançosunu şişirir, bireysel düzeyde sağlanan gelişmeleri göstermez. Bu yüzden geri kalmış ülkelerde politikacılar demeçlerinde kalkınma parametrelerinden hiç söz etmezler. Örneğin bizim gibi ülkelerde, fakirlikle mücadele kalkınmanın belki en önemli unsurudur ancak felsefesi eksik, insanı odak noktası olarak görmeyen bir büyüme politikası ülkeyi kalkındırmaz. Kalkınmanın en önemli boyutlarından biri de tabii ki kadınların ülkenin sosyal, siyasi ve is hayatında aktif rol üstlenmeleridir. Kadınların toplumdaki konumları kalkınmış ülkelerle kalkınmamış olanları birbirinden ayıran en önemli farklardan biridir. Kalkınmış bir toplum kadın erkek ayırımını hukuk önünde, teoride ve sosyal hayattaki uygulamalarıyla, pratikte, yok etmiş bir toplumdur. Bu nedenledir ki, Arap ülkeleri büyük ekonomilere sahiptirler ancak kalkınmış değillerdir. Kalkınma büyümeyi içerir ancak büyüme kalkınmayı sağlamaz. Türkiye'nin hedefi ekonomiyi şişmanlatmak değil ülkeyi kalkındırmak olmalıdır.

Şimdi Türkiye özeline gelirsek, madem bu kadar büyüdük, niye işsizlik %11 altına düşmüyor? Demek ki gerçek üretime dayalı bir büyüme yok. Bu niceliksel, istihdamsız ve sanayiden uzak bir büyüme. Bu büyüme 6 milyon işsiz, 16 milyon yoksulun bulunduğu ve nüfusu yılda yaklaşık 1 milyon kişi artan, 80 milyonluk bir ülkeye yetmiyor. Yetmesi için daha çok malın Türkiye’de üretilmesi ve ihraç edilmesi lazım. Biz net ithalatçı ülkeyiz, ihracatımızın ve politikacıların yerli/milli diye adlandırdıkları üretimin içinde bile ithal girdi oranı çok yüksek. Dolayısıyla GSMH hesaplamasına giren yerli üretim ve ihracat arttıkça ithalat da artıyor ve borçlanıyoruz. Burada tam bir yanılsama var. Politikacılara göre senelerdir büyüyoruz ama senelerdir iç ve dış borcu, işsizliği, gelir dağılımındaki bozukluğu artan bir ekonomi var. Demek ki bizdeki büyüme çeşitli dönemlerde devletin elindeki imkânları kullanarak ve koşulları zorlayarak sağlanan bir büyüme. Araçları da yurt dışı borçlarla girişilen büyük kamu projeleri, bina yenileme inşaatları, silah yatırımları, Kobilere sağlanan teşvik ve krediler (KGF). Ama görüyoruz ki bunlar sadece rakamları niceliksel olarak şişirmiş, toplumun geneline yayılan bir refah artışı ve kalkınma yok. Çiftçi, emekli, işsiz, yoksulluk büyümeden pay alamamış ama sözde büyüyoruz! GİNİ katsayısına bakmak yeterli. Bu durumu aşmak, sadece niceliksel büyümeye endeksli illüzyonist yaklaşımdan vazgeçip, insanı, sanayiyi ve istihdamı merkezine alan, toplumsal refahı hedefleyen kalkınmacı ve sürdürülebilir bir büyüme anlayışı ile mümkündür. GSMH yükseliyor ama yeterli mi? Bir sürü insan herhangi bir fayda hissetmedikten sonra neye yarar? Ayrıca, Türkiye’deki ekonomik büyüme hesabı genellikle iktidar politikacıları tarafından propaganda amaçlı kullanıldığı için sadece içinde bulunulan dönem dikkate alınılır. Politikaların demeçlerine baktığınız zaman hızlı büyümenin yol açtığı, doğal kaynakların kirlenmesi ve çevrenin bozulmasına yol açan üretim ve tüketimin hesaba katılmadığını görürsünüz. Ancak kalkınma sürdürülebilirlik ile ilgilidir; bu, gelecekteki ihtiyaçlarından ödün vermeden mevcut ihtiyaçları karşılamak anlamına gelir. Sanıyorum sürdürülebilirlik konusu bizim için şimdilik biraz lüks ama kurbağa ısınıyor…

Demek ki, ekonomik büyüme, ekonomik kalkınmanın gerekli ancak yeterli bir şartı değildir. Bir ülkeyi gelişmekte diye tanımlayabilmek için nüfusu artarken hem sürdürülebilir bir şekilde büyümesi hem de gelişme ve kalkınma endekslerinde de benzer ülkelerle aynı performansı göstermesi gerekir. Bugün Türkiye büyüme endeksinde politikacılara göre Avrupanın en büyüğü, gelişmişlik endekslerinde ise az gelişmiş ülke kriterlerine sahiptir! Eğer Türkiye’den gelişmekte olan ülke diye bahsedeceksek kalkınma endekslerinde aradan geçen 15 yıllık süreçte bir ilerleme göstermesi gerekirdi. Nedense bizim politikacılar da gelişmişlik endekslerine hiç değinmiyorlar. Bu endekslerden biri de, hem verimliliği etkileyen, hem de ekonomik büyümeye neden olabilecek okuryazarlık oranlarını ve ömür beklentilerini dikkate alan İnsani Gelişmişlik Endeksi‘dir. Türkiye 188 ülke arasında 71. (http://www.nationsonline.org/oneworld/human_development.htm)
Aslında bütün bu yazılanları özetleyen ve bir takım sorular sormamız gerektiren istatistik şudur: nasıl oluyor da 2016 rakamları itibariyle bir ülke milli gelir sıralamasında 16.sırada iken, adam başı gelir sıralamasında ise 82. sırada oluyor?  Aynı şekilde birçok gelişmişlik indeksinde milli gelirimize göre çok alt sıralarda yer almaktayız.

Hiç yorum yok: