Ekonomi sınıflarında okurken çok beğendiğim bir
konu vardı, “Büyüme ve Kalkınma”.
Derslerden birinde gelişmiş ülke, geri kalmış ülke, gelişmekte olan ülke
tanımlarını tartışmıştık. Gelişmekte olan ülke tanımı hiç birimizi tatmin
etmiyordu. Bir ülke ya gelişmiştir, ya da gelişmemiş. 40 sene önce gelişmekte
olan ülke tanımı sınıfları dolduran heyecanlı gençlere mantıklı gelmiyordu ve
hocamızla tartışıyorduk. Haklıymışız 40 sene sonra politikacılar bizi yine
gelişmekte olan ekonomi olarak tanımlıyorlar. 40 senedir hala gelişememişiz!
Elbette geri kalmış ekonomi diye anılmak hiçbir politikacının işine gelmiyor.
Geçtiğimiz günlerde hükümete bağlı Türkiye
İstatistik Kurumu (TUİK) büyüme rakamını açıkladı. Türkiye ekonomisinin 2017
yılında %7,4 büyüdüğü iddia ediliyor. Büyüme nedir? Basit bir tanımlamayla ekonomik
büyüme, ekonominin her kesimi tarafından üçer aylık dönemlerde veya bir yıl
içerisinde üretilen malların ve hizmetlerin değerindeki artışı gösterir. Bu
değişimi ölçmek için bir ülkenin GSYİH’ sına bakılarak (gayri safi yurtiçi hâsıla)
üçer aylık veya yıllık dönemlerdeki artış veya azalışı hesaplanır.
Büyüme rakamı siyasetçilerin kontrolünde olduğu
sürece siyasetçiler ellerindeki araçları kullanarak ve şartları zorlayarak belirli
bir dönemde büyümeyi daha yüksek çıkarabilirler. Bir ekonominin borçlanarak daha
çok tüketim ve üretim yapması, kredileri, dış ticaret hacmini arttırması, belirli
sektörlerin teşvik edilmesi, düşük faizli krediler vs. ekonomiyi büyültür ama bunun adı kalkınma değildir.
Kalkınma büyüme ile birlikte toplumun yasam standartlarının yükselmesi,
bireylerin her yönden kendilerini daha mutlu hissedecekleri bir ortamda yaşamalarının
sağlanmasıdır. Kalkınmanın öğeleri nelerdir? Bireylerin ortalama eğitim
düzeyinin yukarıya çekilmesi, sosyal hizmetlerden daha çok faydalanabilmeleri,
özgürlüklerin artması, yasam kalitesinin yükselmesi, ortalama ömrün uzaması, sağlıklı
çocuklar yetiştirebilmek, kendi kendisiyle toplumuyla ve dünyayla barışık
bireyler yetiştirebilmek, hukukun üstünlüğünü kabul etmek ve istisnasız
uygulamak, insan haklarını garanti altına almak kalkınmış bir toplumun
göstergeleridir. Özetle kalkınma toplumu oluşturan bireylerin yaşam
kalitelerinde artış sağlar. Ekonomik büyüme sadece ekonominin bilançosunu
şişirir, bireysel düzeyde sağlanan gelişmeleri göstermez. Bu yüzden geri kalmış
ülkelerde politikacılar demeçlerinde kalkınma parametrelerinden hiç söz
etmezler. Örneğin bizim gibi ülkelerde, fakirlikle mücadele kalkınmanın belki
en önemli unsurudur ancak felsefesi eksik, insanı odak noktası olarak görmeyen bir
büyüme politikası ülkeyi kalkındırmaz. Kalkınmanın en önemli boyutlarından biri
de tabii ki kadınların ülkenin sosyal, siyasi ve is hayatında aktif rol
üstlenmeleridir. Kadınların toplumdaki konumları kalkınmış ülkelerle kalkınmamış
olanları birbirinden ayıran en önemli farklardan biridir. Kalkınmış bir toplum kadın
erkek ayırımını hukuk önünde, teoride ve sosyal hayattaki uygulamalarıyla,
pratikte, yok etmiş bir toplumdur. Bu nedenledir ki, Arap ülkeleri büyük
ekonomilere sahiptirler ancak kalkınmış değillerdir. Kalkınma büyümeyi içerir
ancak büyüme kalkınmayı sağlamaz. Türkiye'nin hedefi ekonomiyi şişmanlatmak değil
ülkeyi kalkındırmak olmalıdır.
Şimdi Türkiye özeline gelirsek, madem bu kadar
büyüdük, niye işsizlik %11 altına düşmüyor? Demek ki gerçek üretime dayalı bir
büyüme yok. Bu niceliksel, istihdamsız ve sanayiden uzak bir büyüme. Bu büyüme
6 milyon işsiz, 16 milyon yoksulun bulunduğu ve nüfusu yılda yaklaşık 1 milyon
kişi artan, 80 milyonluk bir ülkeye yetmiyor. Yetmesi için daha çok malın
Türkiye’de üretilmesi ve ihraç edilmesi lazım. Biz net ithalatçı ülkeyiz,
ihracatımızın ve politikacıların yerli/milli diye adlandırdıkları üretimin
içinde bile ithal girdi oranı çok yüksek. Dolayısıyla GSMH hesaplamasına giren
yerli üretim ve ihracat arttıkça ithalat da artıyor ve borçlanıyoruz. Burada
tam bir yanılsama var. Politikacılara göre senelerdir büyüyoruz ama senelerdir
iç ve dış borcu, işsizliği, gelir dağılımındaki bozukluğu artan bir ekonomi
var. Demek ki bizdeki büyüme çeşitli dönemlerde devletin elindeki imkânları
kullanarak ve koşulları zorlayarak sağlanan bir büyüme. Araçları da yurt dışı
borçlarla girişilen büyük kamu projeleri, bina yenileme inşaatları, silah
yatırımları, Kobilere sağlanan teşvik ve krediler (KGF). Ama görüyoruz ki bunlar
sadece rakamları niceliksel olarak şişirmiş, toplumun geneline yayılan bir
refah artışı ve kalkınma yok. Çiftçi, emekli, işsiz, yoksulluk büyümeden pay
alamamış ama sözde büyüyoruz! GİNİ katsayısına bakmak yeterli. Bu durumu aşmak,
sadece niceliksel büyümeye endeksli illüzyonist yaklaşımdan vazgeçip, insanı,
sanayiyi ve istihdamı merkezine alan, toplumsal refahı hedefleyen kalkınmacı ve
sürdürülebilir bir büyüme anlayışı ile mümkündür. GSMH yükseliyor ama yeterli
mi? Bir sürü insan herhangi bir fayda hissetmedikten sonra neye yarar? Ayrıca,
Türkiye’deki ekonomik büyüme hesabı genellikle iktidar politikacıları
tarafından propaganda amaçlı kullanıldığı için sadece içinde bulunulan dönem
dikkate alınılır. Politikaların demeçlerine baktığınız zaman hızlı büyümenin
yol açtığı, doğal kaynakların kirlenmesi ve çevrenin bozulmasına yol açan
üretim ve tüketimin hesaba katılmadığını görürsünüz. Ancak kalkınma sürdürülebilirlik
ile ilgilidir; bu, gelecekteki ihtiyaçlarından ödün vermeden mevcut ihtiyaçları
karşılamak anlamına gelir. Sanıyorum sürdürülebilirlik konusu bizim için
şimdilik biraz lüks ama kurbağa ısınıyor…
Demek
ki, ekonomik büyüme, ekonomik kalkınmanın gerekli ancak yeterli bir şartı
değildir. Bir ülkeyi “gelişmekte”
diye tanımlayabilmek için nüfusu artarken hem sürdürülebilir bir şekilde
büyümesi hem de gelişme ve kalkınma endekslerinde de benzer ülkelerle aynı
performansı göstermesi gerekir. Bugün Türkiye büyüme endeksinde politikacılara
göre Avrupa’nın en büyüğü, gelişmişlik endekslerinde
ise az gelişmiş ülke kriterlerine sahiptir! Eğer Türkiye’den gelişmekte olan
ülke diye bahsedeceksek kalkınma endekslerinde aradan geçen 15 yıllık süreçte
bir ilerleme göstermesi gerekirdi. Nedense bizim politikacılar da gelişmişlik
endekslerine hiç değinmiyorlar. Bu endekslerden biri de, hem verimliliği etkileyen,
hem de ekonomik büyümeye neden olabilecek okuryazarlık oranlarını ve ömür
beklentilerini dikkate alan İnsani Gelişmişlik Endeksi‘dir. Türkiye 188 ülke arasında 71. (http://www.nationsonline.org/oneworld/human_development.htm)
Aslında
bütün bu yazılanları özetleyen ve bir takım sorular sormamız gerektiren
istatistik şudur: nasıl oluyor da 2016 rakamları itibariyle bir ülke milli
gelir sıralamasında 16.sırada iken, adam başı gelir sıralamasında ise 82. sırada
oluyor? Aynı şekilde birçok gelişmişlik
indeksinde milli gelirimize göre çok alt sıralarda yer almaktayız.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder