Pazartesi, Nisan 21, 2014

Bir Kraliyet Başkenti: Paris 2014


Louis XIV ve Ben
Niçin böyle bir başlık koydum? Bugünkü Paris, ilk Fransız krallarının Ile de la Cité'ye yerleştiği tarihlerden itibaren sürekli gelişim prensibi üzerine kurulmuş. Bugünkü yönetimler hala krallık dönemlerindeki yerleşimi, dokuyu, mimariyi koruyor. Örneğin Louvre Sarayı yapıldığında küçük bir kale imiş, Versaille Sarayı'nın bulunduğu arazi Kral IV Henri'nin avlak alanı imiş.Oğlu XIII Lui buraya küçük bir av köşkü yaptırmış.Tüm şehir böyle. Louvre, Versaille gibi büyük eserler bir anlamda Fransa tarihini özetliyorlar. Kimse gelip şurayı yıkalım, arsası değerlendi, Fransız TOKİ'si buraya 20 katlı binalar yapsın, paraya para demeyiz diye bakmıyor. 45 sene önce çocukken oturduğum ev sapa sağlam ayakta, her gelen biraz daha güzelleştirmiş. Bizde olsa çoktan 10 katlı bir bina dikilmişti yerine. Herkes, yapılana, geçmişe, tarihe, sanata, güzelliklere, doğaya saygı gösteriyor. Hiçbir siyasi görüş, belediye, başbakan vs. şehrin kuruluş dokusunu bozacak bir girişimde bulunmuyor, düşünemiyor bile. İşte büyük fark burada. İşte burası bu yüzden bir kraliyet başkenti. Bu yüzden Türkiye'ye gelenden fazla turist sadece Paris'e geliyor.(Geçen sene 30 milyon turist gelmiş)

Paris benim için önemli bir yer. Şimdiye kadar birçok seyahat yaptım, orada yaşadım, ama bir şeyler yazma fırsatı bulamamıştım. Bu yazıyı Paris'in son durumu hakkında okuyuculara ve ziyaret etmeyi düşünenlere biraz tüyo vermek için kaleme aldım.

Bu sefer seyahatime başladığım Sabiha Gökçen Havaalanı ve Pegasus'a değinmeden geçemeyeceğim. Yolcuya nasıl eziyet edilir görmek istiyor musunuz? elinizde bavulla ve kendi arabanızla Sabiha Gökçen'e gelin park edecek yer bulamayıp sefil olun. Sonra bavulla hiç yürüyen bant olmayan koridorlardan yüzlerce metre yürüyün. Giriş kapılarında ki cihazlar çalışmasın, oraları kapayın, insanları tek ve en uzak kapıdan sokun. Tuvalete gidin burnunuzun direği kırılsın. Üstünüz başınız batsın. Pegasus'la uçun, uçuş ekibinin laubaliliğini, anons sırasında arkadaşıyla gülüşen, söyleyeceğini unutan hostesleri, iki lafı bir araya getiremeyen pilotları görün. Maalesef ben bunlara takılıyorum :( Ama benim gibi bunlara takılmazsanız 3 saat sonra ağzınız kulaklarınızda Orly Hava alanına iniyorsunuz. Burası eskimiş. Bizim Esenboğa Hava alanına benziyor. Ancak şehre ulaşım imkanları çok güzel ve çeşitli. Ben Orlyval denilen, hava ray üzerinde giden ve uzaktan kontrol edilen araçla banliyö treninin bağlandığı Antony denilen yere gittim. Oradan da RER diye adlandırılan banliyö treni ile ver elini Paris. Otelinizin bulunduğu bölgeye göre ayrıca Orlybus denilen otobüsleri de tercih edebilirsiniz. Elbette taksiler, otobüsler, tramvaylarda var. Ulaşım çok zengin ancak bize göre pahalı. En kısa mesafe indi bindi 1,70 Euros. Eğer uzun süre kalacaksanız, ekonomik 5 günlük veya haftalık kartları almanızı öneririm. Ben bir haftalık Navigo denilen karttan aldım.Daha sonra günlük biletlerle ilave yaptım. Toplam 30 Euros civarında ama sınırsız dolaşabiliyorsunuz. Bunları turistler pek bilmiyor. Onlara iner inmez havaalanında "Paris Visit" diye bir kart satıyorlar. 5 gün 50 Euros! tam turist işi. Her yerde uyanık olmak gerekiyor.

Ulaşım ve maliyetleri ile ilgili bilgileri şu web sitelerinde bulabilirsiniz:




Artık Paris'te gerçek Fransız'a çok az rastlıyorsunuz. Paris bir göçmenler şehri olmuş. Paris'liler modern hayatın kargaşasından bıkıp küçük yerlere göçmüşler. Böyle giderse 20 sene sonra Paris tamamen bir Afrikalı şehri olacak. Şimdilik farklılıkları bir arada tutmaya çalışıyorlar. Göçmenler Fransızlara göre daha kötü koşullarda yaşıyorlar. Ancak geldikleri yerleri düşündüklerinde mutlular ve hallerinden memnunlar. Şehrin merkezi yerleri pis. İstanbul'la ortak noktası, her yer izmarit. Eskiden böyle değildi. Paris'li Fransız yere bir şey atmazdı. Atanı uyarırlardı. Bu kadar farklı insan şehre doluşunca başka sorunların çıkması kaçınılmaz. Örneğin eskiden hırsızlıkta yoktu. Şimdi metrolarda sürekli uyarıyorlar. Sonradan Avrupa Birliğine giren Doğu Avrupa'dan gelen göç nedeniyle hırsızlıkta artmış. Çok doğal bir sonuç. En küçük şişe suyun 2 Euro'ya satıldığı bir yerde tabii hırsızlık olur. Benim tavsiyem aman dikkat cüzdan, pasaport gibi eşyalarınızı farklı ve korumalı bir şekilde taşımanızda fayda var. Dikkatli olduktan sonra bunlar Paris'i görmenizi engelleyecek şeyler değil. Hırsızlık İtalya'daki kadar vahim boyutta değil. Başta dedim ya, tarihlerinin kültürel zenginliği onlara çok para kazandırıyor. Her şeye rağmen en çok turist çeken şehir.           (Geçen sene Paris'e 30 milyon turist gelmiş, tüm Fransa'ya 70 milyon)

Versaille Sarayının Şef Bahçıvanı:)
Bizim padişahlar borçla saray yapıp, haremlerini genişletirken, onlar özellikle 17.yüzyıldan itibaren her alanda düşünürler, edebiyatçılar, sanatçılar ve bilim adamları yetiştirmişler. Özgür düşünce tüm gelişmişliklerinin temel kaldıracı olmuş. Bunun bugünde sokağa çıktığınızda görüyor ve hissediyorsunuz. Herkes farklı, herkes rahat, kimse kimseye toplumsal kurallara uyduğu sürece müdahale etmiyor. Bizde de 1000 yıldır değişen bir şey yok, bağnazlık devam ediyor. Adamlar izlemedikleri filmi, hiç izlemedikleri TV kanalını yasaklansın diye şikayet ediyorlar. Ben oradayken her yerde NOAH oynuyordu. Kimsenin de fiction bir filme gereksiz bir sürü anlam yüklediğine şahit olmadım. Sadece bir film, içeriğini onaylamıyorsan izlemezsin o kadar.


Versaille - Bilet kuyruğu
Ama en zengin oldukları dönemde Versaille Sarayına WC yapılmaması anlaşılması zor bir şey. Bu da onların çelişkisi, çünkü o devirde istedikleri yerde ihtiyaç giderme hakkı asillere verilmiş bir imtiyaz imiş! Her taraf altın, ihtişam ama WC yok! Çok asiliz ama leş gibi kokuyoruz:)  Ama o devirdeki bu alışkanlık bugün gelişmiş Fransız parfüm sanayine milyarlarca euro para kazandırıyor. Yani bu kazancın kaynağı sarayın o devirdeki kokusu. Fransız ihtilalinden sonra lazımlık kullanmaya başlamışlar! Bu seferde lazımlıkları pencereden aşağıya bahçeye boşaltıyorlarmış. Yeşilliği buna borçlular herhalde!


Fransız kibarlığının bedeli

Kibarlık, "La politesse Française" her şeye rağmen devam ediyor, bonjour, merci, bonsoir, au revoir'sız bir iletişim yok. Rodin müzesi girişinde ilgili şahsa bonjour demeden bir şey sormaya kalktım, adam (afro-français) üzerine bastırarak bana "bonjour monsieur" dedi. Ne kadar utandığımı bilemezsiniz. Bu hatayı yapmamam gerekiyordu. Dışarıdan gelenlerde kültürlerinin bu olumlu ögelerini almışlar ve devam ettiriyorlar.



Gezilecek yerler ve yeme içme konusunda fazla bir şey yazmayacağım. Artık bu bilgiler internette bol miktarda var. Ancak bazı deneyimlerimi sizlerle paylaşmak istiyorum. Merkezi yerlerdeki lokanta ve café'lere dikkat edin. Çoğu turistik ve "kazık" Özellikle rehberlerde yer alan yerlerin çoğu tuzak. Ben mutlaka görülmesi gereken güzel birkaç yeri ve lokanta ismini aşağıda veriyorum. Buralara güvenebilirsiniz.

Güzel Mekanlar:
Place de Vosges,  Marais Bölgesinde etrafında sanat galerilerinin ve butik mağazalarının bulunduğu güzel bir meydan. Victor Hugo'nun Sefilleri yazdığı mekanlar burası.
Place de Revolution 1830
Saint Michael meydanı ve çeşmesi, karşısındaki Café de Rive Gauche güzel bir yer. Café'nin hemen solundaki köşedeki krepçi bir Türk işletmesi tavsiye ederim.
Place de L'Opera ve Café de la Paix- Buranın milföyü meşhur.
La Defense   M1 metro ile gidebilirsiniz. Burada çok güzel bir çarşı ve yeme içme imkanları var.
Jardin de Luxembourg- Saint Michael bulvarı üzerinde, sandalyenize oturun havuzda yelkenli yüzdürün.
Tuillerie Bahçesi
Notre-dame (öğle saatlerinde dua zamanı ziyareti öneririm)

L'Arc de la Defense
Notre Dame'da Dua Zamanı


Tuillerie Bahçesi ve havuzu



Rodin- Genç Kız



Müzeler

Benim her zaman önceliğim Orsay Müzesi. Buraya en az 3 saat zaman ayırmak gerekiyor.
Rodin Müzesi'ne iki saat, Monet ve Picasso müzelerine birer saat yetiyor.






DİKKAT!

Vaktiniz çok değilse, Louvre ve Versaille dan uzak durun. Buralara en az yarım gün gerekiyor. Ayrıca buralara ve Eiffel'e giriş için önceden mutlaka internetten bilet alın. Aksi takdirde saatlerce kuyrukta beklersiniz.

Yeme İçme


P'TIT GREC Mouffetard Sokağı

Café Constant Rue Saint Dominique 139 (özellikle Fransız yemekleri)
Leon Bruxelle Saint Germain bulvarı üzerinde (kum midyeleri mükemmel)
Petit Grec Crepe ve Galette ( Pantheon arkasında Rue Mouffetard üzerinde)
Le Comptoire Brasserie (kaz ciğeri güzel)
Maison de la Lozere, Saint Michael civarında
Au pied de cochon, Le Halle civarında, soğan çorbası için içkiden sonra iyi gidiyor:)

Ayrıca Lafayette Gourme katında da özellikle öğlen bir bardak şarap eşliğinde lezzetli suchi'ler ve carpaccio'lar yiyebilirsiniz.



Eğlence

Eğer benim gibi klasik ve Saint-Germain cazı denilen caz türünü seviyorsanız, aşağıdaki yerlerde dinleyebilirsiniz. Çok iyi sanatçılar geliyor. ama mutlaka önceden bilet veya rezervasyon gerekiyor. 
http://www.parisinfo.com/decouvrir-paris/guides-thematiques/paris-la-nuit/concerts-et-cabarets/les-clubs-de-jazz

Club Duc de Lombart - burası favorim
Sunshine
Hotel Lutetia

Son olarak bu seyahatimizin organizasyonunda yardımcı olan otel seçimi ve uçuşumuzu organize eden
 Aborda Turizme teşekkür ederim.


Hiç yorum yok: