Cuma, Ocak 11, 2013

Yurttaşlık


Bizler ortaokul çağlarındayken “Yurttaşlık Bilgisi” isminde bir ders vardı. Benim en sevdiğim derslerden biriydi. Yurttaş olmanın ne demek olduğunu bu derste öğrenmiştim. Devletin yönetimiyle ilgili bazı önemli temel bilgileri de bu derste öğrenmiştik. Nedense “Yurttaş” kelimesi o yaşlarda çok da bilinçli olmadan beni etkilemiştir. Daha sonra bu etkiyle içinde yurttaş geçen her türlü kültürel ürün beni cezbetti.  Önce Fransız Devriminin temelini oluşturan İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirisini okudum. İçinde yurttaş kelimesi geçtiği için Yurttaş Kane’i seyrettim. Daha sonra Hasan Ali Yücelin “İyi Vatandaş, İyi İnsan” isimli kitaplarını okudum. 1960’ların sonlarına doğru TV hayatımıza girince, milli bayramlarda Atatürk’ün konuşmalarından kesitler veriliyordu. Atatürk konuşmalarına “Yurttaşlarım” diye başlıyordu. O yaşlarda bu şekilde hitap etmenin önemini anlamamız zordu. Daha sonra yurt dışında yaşarken General de Gaulle’ün de kendisini dinleyenlere yurttaşlarım diye hitap ettiğini hatırlıyorum. Yine çok daha sonra Notre Dame kilisesinde pazar ayinini dinlerken tertemiz elbiseleri içindeki rahibin de konuşmayı dinleyenlere aynı şekilde sevgili vatandaşlarım diye hitap ettiğini hatırlıyorum. Bu hitap şekilleri nedense hep çok hoşuma gitmiştir.
Daha sonra delikanlılık dönemimizde, 1970’li yıllarda bu hitaplar değişmeye başladı. Vatandaş, yurttaş kelimelerini daha az duyar olduk. Bunların yerine dönemin siyasetçileri vatandaşları solcular, sağcılar, ülkücüler, komünistler kelimelerini kullanarak tanımlamaya başladılar. Militer bürokrasinin etkisiyle bunlara daha sonra Atatürkçüler ilave oldu. 2000’li yıllara bu şekilde geldik. Vatandaşlar farklı şekillerde tanımlandıkça toplumdaki gerilim noktaları da artmaya başladı. İç çatışmalar yüzünden en basit konularda bile karar alınmada güçlükler yaşanmaya başlandı.
Bugün ise siyasetçiler vatandaşları Türk vatandaşları, Kürt Vatandaşlarımız, Türkiyeliler, Müslüman gençlerimiz, dindar ve muhafazakar yurttaşlar, seçkinler, milliyetçiler, ulusalcılar, Atatürkçüler gibi daha birçok farklı sıfatla tanımlıyorlar. Vatandaşları tanımlayan sıfatlar arttıkça toplum içinde ki sürtüşmeler de artıyor ve bu durum demokrasinin gereği olarak gösteriliyor.
Bir toplumu, aileyi, bir ekibi ancak ortak değerlerini geliştirerek birlikte tutabilirsiniz. Farklı bireylerden meydana gelen insan topluluklarını ise ancak “yurttaşlık” paydasını geliştirerek ve içini doldurarak bir arada tutabilirsiniz. İnsanları yurttaş yerine kültürel kimlikleri ve bireysel farklılıkları ile tanımlarsanız çatışma ve bölünme kaçınılmaz olur.
Bu yazıyı niye yazdım? Son dönemde bazı politikacıların, hükümet mensuplarının, gazetecilerin, televizyoncuların, akademisyenlerin, aydın geçinen bir takım insanların medyada bilirkişi edasıyla yaptıkları konuşmalar, açık oturum tartışmaları bana bir kez daha devlet adamı olabilmenin ne büyük bir vasıf olduğunu gösterdi. Politikacılar toplumları bölüyor, devlet adamları ise toplumları birleştiriyor. Maalesef devlet adamlığı için liderlik vasfı ve eğitim yeterli değil, gelişmiş bir bilinç ve farkındalık düzeyi gerektiriyor.

Hiç yorum yok: