Bir dilin ne olduğunu belirleyen en önemli iki özelliği,
sözcükleri ve dilbilgisidir. Sözcüklerinin çoğunluğu hangi dildendir, ona bakılır. Ayrıca dilbilgisi
kurallarına bakılır. Bu kurallar hangi dile benzer, hangi yapıdadır, onlar belirlenir.
Biz de aynısını Osmanlıcaya yapalım...
1. Söz varlığının %70-80'i yabancı sözcüklerden oluşur (Kaynak:
Prof. Dr. Doğan Aksan "Türkçenin
Bağımsızlık Savaşımı"). Yüklemler dışında tümceleri oluşturan sözcükler
genelde başka dillerdendir. Çoğu kez, yüklem olarak yabancı bir sözcüğe
getirilen yardımcı eylem niteliğindeki "etmek, olmak, yapmak" gibi
sözler kullanılır.
2. Dilbilgisi kuralları, Arapça ve Farsça gibi
dillere göre belirlenmiştir:
Tamlama Yapma Kuralları:
Bizde önce tamlayan, sonra tamlanan, Türkçe çekim ekleri ile yapılır. "yaşam döngüsü, yaşamın döngüsü"
gibi... Oysa Osmanlıcada Arapça
kurallara göre yapılır. Sözcükler yer değiştirir ve sözcüklere Arapça ekler getirilir.
Örnekler: Efkâr-ı umûmî,
gürûh-ı emvat, âb-ı hayat,
hasretü'l mülk,
ba’de’z-zevâl, akse’l-gâyât, ... vb.
Sözcük Türetme Kuralları
a. Sözcükler Arapça
ve Farsça sözcük türetim
kurallarına göre türetilir. Arapça
ünsüzlere dayalı bir dil olduğundan sözcük türetimi 3 ünsüzün yan yana gelerek
oluşturduğu kökün türlü “vezin”lerde ünlendirilmesiyle (seslendirilmesiyle) bir
başka deyişle çekimlenmesiyle
gerçekleştirilir. Sözcükler
bükünlenir.
Örnekler: fikir > mefkure, kesret > kesir, humk > ahmak,
nadir > ender, ayar > miyar, reften > revan, ... vb.
b. Sözcüklere Arapça
ve Farsça ekler getirilerek
sözcük türetilir. Ekler getirilirken, ekin hangi dilden olduğuna veya ekin
getirildiği sözcüğün hangi dilden olduğuna bakılmaz. Başka başka dillerdeki
sözcüklere başka başka dillerden gelen ekler getirilebilir.
Örnekler: bi- (biçare),
-dar (mihmandar, emektar), -en (aynen), gayri- (gayrimüslim, gayrimenkul), hem-
(hemşehri, hemfikir), -i (dini, hukuki, ahlaki), -kar (sanatkar), na- (nahoş,
namüsait), -vari (külhanvari), -zade (Kaşıkçızade),
-zede (depremzede), -gah (girizgah), -iyet (insaniyet), -at (gidişat), -et
(variyet), -en (yakinen, ayrıyeten), ber- (bertaraf), ... vb.
c. Bileşik sözcükler oluşturulurken, sözcüğün hangi dilden
geldiğine bakılmaz. Bu yüzden Arapça,
Farsça, Türkçe, Fransızca gibi dillerin sözcükleri bir araya getirilip bileşik
sözcükler yapılır.
Örnekler: kelalaka (Fr.+Ar.), dershane (Ar.+Far.), darphane
(Ar.+Far.), Serkan (Far.+Tr.), halbuki (Ar.+Tr.), felaketzede (Ar.+Far.),
maslahatgüzar (Ar.+Far.), işgüzar (Tr.+Far.), özbeöz (Tr.+Far.+Tr.), günbegün
(Tr.+Far.+Tr.), misafirperver (Ar.+Far.), ... vb.
d. Türkçede
olmayan bir biçimde Arapçadaki gibi sözcüklere dişillik
ekleri getirilir.
Örnekler: Mürebbi-mürebbiye,
müdür-müdüre, alim-alime, ... vb.
Sözcük Çekimleme
a. Sözcükler çoğul
yapılırken Arapça ve Farsça eklerle çekimlenir.
Örnekler: devletler (iki devlet) > devleteyn, varak >
evrak, ced > ecdad, mümin > müminun, felak > eflak, vuku > vukuat
... vb.
b. Sözcükler Arapça
olarak çekimlenirler.
Örnekler: bi'n netice (neticede), an-samîmi'l-kalb (yürekten), fi’l-hakîka (gerçekten, hakikaten), li-zâtihi
(kendiliğinden), mine’l-kadîm (eskiden beri), ke-zâlik (böylece), ... vb.
Dipçe:
Şu gerçeği
açıklığa kavuşturmak gerekir: Biz burada "Osmanlıca" derken; Arapça, Farsça ve Fransızca gibi dillerin sözcüklerinin
egemen olduğu; dilbilgisi kurallarının bile bu dillerden alındığı, resmi
yazışmalarda, bilim ve sanat terimlerinde, eğitimde ve divan edebiyatında
kullanılan, gerçekte okuma
yazma bilen az sayıdaki kişinin yalnızca yazı dili olarak kullandığı karma
dilden söz ediyoruz. Osmanlı döneminde halkın kullandığı dile Osmanlıca
demiyoruz. O dil Türkçedir.
Birçok kez belirttiğimiz
gibi; Osmanlıca seçkinlerin
dili idi, yazı dili idi. Halk ozanlarımız sözlü edebiyat ürünleri vermiştir.
Yazıya geçirmemişlerdir çoğu kez. Yazıya geçirilmesi çok sonraları olmuştur. Halkın Türkçeyi yazıya geçirmesi
gerektiğinde o günlerde Arap abecesi kullanmaktan başka çaresi yoktu. Başka abece ile yazılması onu
Türkçe dışında bir dil
yapmaz. Ancak Osmanlıca derken, biz bir dilden söz ediyoruz, abeceden değil.
Osmanlı yazısı başka şey, Osmanlıca başka şey. Kaldı ki o Osmanlı yazısı da değildir o. Osmanlıdan
önce de vardı. Arap temelli yazı ve Osmanlıca farklı şeylerdir. Bunları
karıştırmayalım...
Dilimizde neden çok Arapça kelime var?
Dilimizde en çok
Arapça sözcük vardır. İyi de
neden? Bunun birçok nedeni
var. Bunların başında Osmanlı döneminde Arapları Türklerin yönetmiş olması ve
inanç gelmektedir. Bu etkenleri çoğu
kişi iyi bilir. Ancak görmezden gelinen başka bir etken daha var: Yazın...
Yazın (edebiyat), İslam inancını benimsemiş toplumların çoğunda en önde gelen sanat biçimi idi. Çünkü bediz (resim),
yontu (heykel) ve benzeri görsel sanatların çoğu uygunsuz sayılırdı. Ancak mimari, hat, ebru ve minyatür gibi
birkaç görsel sanat uygundu. Bu yüzden en önemli sanatların başında yazın
geliyordu. Ancak yazın da diğer
sanatlarda olduğu gibi Arap ve Fars etkisinde idi. Biz bu tür yazını da inancı
da daha çok Farslardan
öğrendiğimizden Farsça da Arapça
ile birlikte idi.
Düzyazıdan örnekler yok denecek kadar azdı ve koşuk (şiir)
öndeydi. Ulusal ölçümüz yerine Arapların aruz ölçüsünü aldık. Arap ve Fars
koşukçulara öykündük. Onlar
gibi yazmak istedik. Böyle olunca da aruzu iyi kullanmamız gerekiyordu.
Başta Arapça ve
Farsça yazdık. Ancak bir süre
sonra aynı yazın kuralları ile Türkçe
yazmaya çalıştık. Ancak aruz,
uzun ve kısa seslemlerin düzenli sıralanışıyla uyum veren bir ölçüydü. Türkçede uzun ünlü yoktu. Bu yüzden
aruz ile yazılan Türkçe
koşuklar kalıba uymuyordu. Kimi kez, uzun olmamasına karşın Türkçe ünlüler uzatılarak okunup bu sorun
giderilmeye çalışıldı ama bu
da gülünç ve bozuk bir düzene neden oluyordu. Çözüm ortadaydı: Koşukta Arapça ve Farsça sözcükler kullanmak.
Arapça ve Farsça sözcüklerde uyumu sağlayan uzun
ünlüler vardı ve gerektiği yerde o sözcükleri kullanarak bu sorun
çözülebilirdi. Böylece Türk yazınına hızla Arapça ve Farsça
sözcükler girdi. Yazına girdikten sonra dile yerleşmesi ve başka alanlarda da
kullanılması zor değildi. Nitekim bilgi amaçlı yazılan betiklerde bile ara ara koşuksal bir dil kullanmak o
dönemlerde yaygındı. Söz sanatları, kişinin bilgisini gösteren bir özellikti.
Kısa sürede yabancı sözcükler dile yerleşti ve Türkçeleri kullanılmaya kullanılmaya unutulmaya
başlandı. Buna Tanzimat döneminde eklenen Fransız etkisi de eklenince, sorun
daha da karmaşık bir biçime
büründü. Gelinen son noktada, dilin %70-80'i yabancı sözcüklerden oluşuyordu.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder