Pazartesi, Mayıs 09, 2016

Osmanlıca Neden Türkçe Değildir?

Bir dilin ne olduğunu belirleyen en önemli iki özelliği, sözcükleri ve dilbilgisidir. Sözcüklerinin çoğunluğu hangi dildendir, ona bakılır. Ayrıca dilbilgisi kurallarına bakılır. Bu kurallar hangi dile benzer, hangi yapıdadır, onlar belirlenir. Biz de aynısını Osmanlıcaya yapalım...

1. Söz varlığının %70-80'i yabancı sözcüklerden oluşur (Kaynak: Prof. Dr. Doğan Aksan "Türkçenin Bağımsızlık Savaşımı"). Yüklemler dışında tümceleri oluşturan sözcükler genelde başka dillerdendir. Çoğu kez, yüklem olarak yabancı bir sözcüğe getirilen yardımcı eylem niteliğindeki "etmek, olmak, yapmak" gibi sözler kullanılır.

2. Dilbilgisi kuralları, Arapça ve Farsça gibi dillere göre belirlenmiştir:

Tamlama Yapma Kuralları:

Bizde önce tamlayan, sonra tamlanan, Türkçe çekim ekleri ile yapılır. "yaşam döngüsü, yaşamın döngüsü" gibi... Oysa Osmanlıcada Arapça kurallara göre yapılır. Sözcükler yer değiştirir ve sözcüklere Arapça ekler getirilir.
Örnekler: Efkâr-ı umûmî, gürûh-ı emvat, âb-ı hayat, hasretü'l mülk, ba’de’z-zevâl, akse’l-gâyât, ... vb.

Sözcük Türetme Kuralları

a. Sözcükler Arapça ve Farsça sözcük türetim kurallarına göre türetilir. Arapça ünsüzlere dayalı bir dil olduğundan sözcük türetimi 3 ünsüzün yan yana gelerek oluşturduğu kökün türlü “vezin”lerde ünlendirilmesiyle (seslendirilmesiyle) bir başka deyişle çekimlenmesiyle gerçekleştirilir. Sözcükler bükünlenir.
Örnekler: fikir > mefkure, kesret > kesir, humk > ahmak, nadir > ender, ayar > miyar, reften > revan, ... vb.

b. Sözcüklere Arapça ve Farsça ekler getirilerek sözcük türetilir. Ekler getirilirken, ekin hangi dilden olduğuna veya ekin getirildiği sözcüğün hangi dilden olduğuna bakılmaz. Başka başka dillerdeki sözcüklere başka başka dillerden gelen ekler getirilebilir.
Örnekler: bi- (biçare), -dar (mihmandar, emektar), -en (aynen), gayri- (gayrimüslim, gayrimenkul), hem- (hemşehri, hemfikir), -i (dini, hukuki, ahlaki), -kar (sanatkar), na- (nahoş, namüsait), -vari (külhanvari), -zade (Kaşıkçızade), -zede (depremzede), -gah (girizgah), -iyet (insaniyet), -at (gidişat), -et (variyet), -en (yakinen, ayrıyeten), ber- (bertaraf), ... vb.

c. Bileşik sözcükler oluşturulurken, sözcüğün hangi dilden geldiğine bakılmaz. Bu yüzden Arapça, Farsça, Türkçe, Fransızca gibi dillerin sözcükleri bir araya getirilip bileşik sözcükler yapılır.
Örnekler: kelalaka (Fr.+Ar.), dershane (Ar.+Far.), darphane (Ar.+Far.), Serkan (Far.+Tr.), halbuki (Ar.+Tr.), felaketzede (Ar.+Far.), maslahatgüzar (Ar.+Far.), işgüzar (Tr.+Far.), özbeöz (Tr.+Far.+Tr.), günbegün (Tr.+Far.+Tr.), misafirperver (Ar.+Far.), ... vb.

d. Türkçede olmayan bir biçimde Arapçadaki gibi sözcüklere dişillik ekleri getirilir.
Örnekler: Mürebbi-mürebbiye, müdür-müdüre, alim-alime, ... vb.

Sözcük Çekimleme

a. Sözcükler çoğul yapılırken Arapça ve Farsça eklerle çekimlenir.
Örnekler: devletler (iki devlet) > devleteyn, varak > evrak, ced > ecdad, mümin > müminun, felak > eflak, vuku > vukuat ... vb.

b. Sözcükler Arapça olarak çekimlenirler.
Örnekler: bi'n netice (neticede), an-samîmi'l-kalb (yürekten), fi’l-hakîka (gerçekten, hakikaten), li-zâtihi (kendiliğinden), mine’l-kadîm (eskiden beri), ke-zâlik (böylece), ... vb.

Dipçe:

Şu gerçeği açıklığa kavuşturmak gerekir: Biz burada "Osmanlıca" derken; Arapça, Farsça ve Fransızca gibi dillerin sözcüklerinin egemen olduğu; dilbilgisi kurallarının bile bu dillerden alındığı, resmi yazışmalarda, bilim ve sanat terimlerinde, eğitimde ve divan edebiyatında kullanılan, gerçekte okuma yazma bilen az sayıdaki kişinin yalnızca yazı dili olarak kullandığı karma dilden söz ediyoruz. Osmanlı döneminde halkın kullandığı dile Osmanlıca demiyoruz. O dil Türkçedir. Birçok kez belirttiğimiz gibi; Osmanlıca seçkinlerin dili idi, yazı dili idi. Halk ozanlarımız sözlü edebiyat ürünleri vermiştir. Yazıya geçirmemişlerdir çoğu kez. Yazıya geçirilmesi çok sonraları olmuştur. Halkın Türkçeyi yazıya geçirmesi gerektiğinde o günlerde Arap abecesi kullanmaktan başka çaresi yoktu. Başka abece ile yazılması onu Türkçe dışında bir dil yapmaz. Ancak Osmanlıca derken, biz bir dilden söz ediyoruz, abeceden değil. Osmanlı yazısı başka şey, Osmanlıca başka şey. Kaldı ki o Osmanlı yazısı da değildir o. Osmanlıdan önce de vardı. Arap temelli yazı ve Osmanlıca farklı şeylerdir. Bunları karıştırmayalım...

Dilimizde neden çok Arapça kelime var?

Dilimizde en çok Arapça sözcük vardır. İyi de neden? Bunun birçok nedeni var. Bunların başında Osmanlı döneminde Arapları Türklerin yönetmiş olması ve inanç gelmektedir. Bu etkenleri çoğu kişi iyi bilir. Ancak görmezden gelinen başka bir etken daha var: Yazın...

Yazın (edebiyat), İslam inancını benimsemiş toplumların çunda en önde gelen sanat biçimi idi. Çünkü bediz (resim), yontu (heykel) ve benzeri görsel sanatların çoğu uygunsuz sayılırdı. Ancak mimari, hat, ebru ve minyatür gibi birkaç görsel sanat uygundu. Bu yüzden en önemli sanatların başında yazın geliyordu. Ancak yazın da diğer sanatlarda olduğu gibi Arap ve Fars etkisinde idi. Biz bu tür yazını da inancı da daha çok Farslardan öğrendiğimizden Farsça da Arapça ile birlikte idi.

Düzyazıdan örnekler yok denecek kadar azdı ve koşuk (şiir) öndeydi. Ulusal ölçümüz yerine Arapların aruz ölçüsünü aldık. Arap ve Fars koşukçulara öykündük. Onlar gibi yazmak istedik. Böyle olunca da aruzu iyi kullanmamız gerekiyordu.

Başta Arapça ve Farsça yazdık. Ancak bir süre sonra aynı yazın kuralları ile Türkçe yazmaya çalıştık. Ancak aruz, uzun ve kısa seslemlerin düzenli sıralanışıyla uyum veren bir ölçüydü. Türkçede uzun ünlü yoktu. Bu yüzden aruz ile yazılan Türkçe koşuklar kalıba uymuyordu. Kimi kez, uzun olmamasına karşın Türkçe ünlüler uzatılarak okunup bu sorun giderilmeye çalışıldı ama bu da gülünç ve bozuk bir düzene neden oluyordu. Çözüm ortadaydı: Koşukta Arapça ve Farsça sözcükler kullanmak.


Arapça ve Farsça sözcüklerde uyumu sağlayan uzun ünlüler vardı ve gerektiği yerde o sözcükleri kullanarak bu sorun çözülebilirdi. Böylece Türk yazınına hızla Arapça ve Farsça sözcükler girdi. Yazına girdikten sonra dile yerleşmesi ve başka alanlarda da kullanılması zor değildi. Nitekim bilgi amaçlı yazılan betiklerde bile ara ara koşuksal bir dil kullanmak o dönemlerde yaygındı. Söz sanatları, kişinin bilgisini gösteren bir özellikti. Kısa sürede yabancı sözcükler dile yerleşti ve Türkçeleri kullanılmaya kullanılmaya unutulmaya başlandı. Buna Tanzimat döneminde eklenen Fransız etkisi de eklenince, sorun daha da karmaşık bir biçime büründü. Gelinen son noktada, dilin %70-80'i yabancı sözcüklerden oluşuyordu.

Hiç yorum yok: