Pazartesi, Ekim 14, 2013

Komünistlerden Ulusalcılara Cadı Avı

Cadı avı, Batı dünyasında özellikle cahil Katolik din adamlarının yönetimindeki engizisyonun hüküm sürdüğü (1480-1750) arasında yaşanmıştır. Bu süreçte 40.000-60.000 arası kişinin cadılık suçlamasıyla idam edildiği tahmin edilmektedir. Cadılık ilk olarak İngiltere'de 1736 tarihinde suç olmaktan çıkarılmış. Cadılık Kanununda yapılan değişiklikle -cadı olmak yerine- cadı olduğunu iddia etmek; büyü yapabildiğini, kayıp eşyaları bulacağını vs. iddia etmek suç haline getirildi. Bunu diğer Avrupa devletleri takip ettiler. Peki nedir bu cadı avı? Wikipedi açıklaması aynen şöyle;

“Cadı avı; cadı olduğuna inanılan kimselerin yakalanması, yargılanarak veya yargılanmadan cezalandırılması. Tarihte cadı avları genellikle cadıların yakılarak veya linç edilerek öldürülmesi ile sonuçlanmıştır. Günümüzde cadı avı kavramı daha çok, "fikirleri topluma tehdit olarak  görülen kimselere karşı düzenlenen kampanya" anlamında metafor olarak kullanılmaktadır.”



20. Yüzyılda Cadı Avcısı: McCarthy

1950’li yıllar ABD tarihinde kara bir leke olarak yer aldı. Bu dönemde, 1940’lı yıllarda komünizm ile mücadele etmek için çıkartılmış bir ‘yasa’ ya dayanarak, Cumhuriyetçi Parti Senatörü J.R.McCarthy’nin başını çektiği bir “Cadı Avı” başlatıldı. Başlarda komünistlerin zararlı faaliyetlerini önlemeye yönelik olan bu girişim, daha sonra tüm karşıt görüşlüleri kapsayan bir susturma ve tutuklamalar sürecine girmiş. İçlerinde Charlie Chaplin, Arthur Miller, Orson Welles’in de bulunduğu yüzlerce aydın ve sanatçı, bu “Av” dan nasibini almış, haksızlığa uğramış ve acı çekmiştir.  ABD’de başlayan cadı avı, içeriyi  “hallettikten” sonra kendi sınırlarının dışına yöneldi. Önce Latin Amerika ve Küba’yı hedef aldılar. Daha sonra bu ava uzak doğuda Vietnam’da devam ettiler. Cadı avının aynı tarihlerde Yunanistan, Fransa ve İtalya’da da yaşandığını göreceksiniz. Latin Amerika’ya yapılan müdahaleler sonucunda, halk kahramanı Ché Guevara cadı avı sırasında katledildi. Daha sonra 70’lerde Arjantin ve Şili’de yaşanan darbeler kökenleri McCarthy’ ciliğe dayanan benzer cadı avlarıdır. Mesaj şu;  Biz kapılarını Amerikan kapitalizmine kapayan, toprağını, petrolünü, madenlerini bize açmayan kimseyi istemiyoruz.”

 

Türkiye’de McCarthy Dönemi

İkinci dünya savaşı sonrasında iki kutuplu hale gelmiş Dünya’da,  komünist bloğun hemen bitişiğindeki Türkiye’nin, soğuk savaşın kızışmaya başladığı süreçte siyasi olarak şizofrenik bir korku ortamına çekilmesi sonucu,  (Amerika ile flört bu korku sonucunda  1946’da CHP iktidarı sırasında başladı) Türkiye’ye de Amerikan emperyalizminin ilk müdahaleleri Mayıs 1950’de Demokrat Partinin seçimleri kazanmasında sonra 1951’ de Adnan Menderes’in ünlü "Solcu Tevkifatı" ile başladı. Bu furya içerisinde TKP ile organik bir bağı bulunmayan ve daha önceki yıllarda aynı suçla tutuklanıp suçsuz bulunarak beraat etmiş olsalar da, komünist diye damgalanan bir sürü aydın aylarca çok büyük işkenceler altında sorgulamalara tabii tutuldu. Demokrat Partiye oy veren kitlelere, komünist=dinsizdir mesajları verilerek cadı avı haklı gösterilmeye çalışıldı.  Bugünde Gezi Parkı direnişçisi gençler için, yobazları ayaklandırmak amacıyla, “camiye ayakkabıyla girip orada içki içtiler”  şeklinde mesajlar verilmedi mi?

Soğuk savaş döneminde önemli olan Türkiye gibi mihver ülkelerinin pazarlarını karşı tarafa kaptırmamak ve bu ülkelerde solculara yani kendilerince komünistlere yaşam alanı vermemekti.
70’li yılların başında düşünceleri tehlikeli bulunan, Türkiye’nin Che Guevara’sı vatansever Deniz Gezmiş ve arkadaşları maalesef Başbakan Nihat Erim ve Dünya’yı anlayamamış generaller tarafından cadı avında yakalanıp 1972 yılında idam edildiler. Deniz Gezmiş’in idam sehpasında son sözleri şunlar idi;

“ Yaşasın Tam Bağımsız Türkiye, Yaşasın Türk ve Kürt Halklarının Bağımsızlık Savaşı. Kahrolsun Emperyalizm, Yaşasın Köylüler ve İşçiler”

İşin üzücü tarafı öldüklerinde henüz 20’li yaşlarının başında olan bu çocukların arkalarında ne yazık ki ne işçiler vardı, ne de köylüler!

Bu cadı avı 1975-1980 döneminde yine benzer motiflerle devam etti ne sokaklarda “Komünistler Moskova’ya” şeklinde bağıran gençler Komünizmi,  ne de solcu geçinen arkadaşlar SSCB Moskova’sını biliyorlardı. Bu av sırasında 1978’de 7 Türkiye İşçi Partili memleket evladı Bahçelievler’de katledildi. 1980 ve 1990 arasında olanlar hepimizce malum. Geçici olarak cadılardan kurtulan memleket, kapılarını ardına kadar yabancı sermayeye açtı.


Soğuk savaş bitip, demir perde yıkıldıktan sonra komünistlik aniden suç olmaktan çıktı. Ama emperyalizme başka cadılar gerekiyordu.  1990’ların başından itibaren yine ABD kaynaklı veya beslemeli akademisyen, ekonomist, gazeteci, politikacı, danışman unvanlı ağızlardan küreselleşmenin (globalization) önemi hakkında konferanslar dinlemeye, makaleler okumaya başladık. Ne kadar küreselleşirsek  o kadar demokratik, özgür,  mutlu ve  zengin olacağımızı öğrendik.  Amerikalılar başarı hikayelerini çok severler. Büyük danışmanlar hemen küreselleşme vagonuna binip işlerine Batılıları ortak eden işadamı örnekleri vermeye başladılar.  Bunları düzenlenen toplantılarda dinleyen iş adamlarımız çok mutlu oldular artık eksiğimizi bulmuştuk: küreselleşme.

Soğuk savaş döneminde yakılması gereken cadılar komünistlerdi. Şimdi komünizm bir tehdit olmaktan çıktığı için, bu sefer küreselleşmenin önünde engel olarak, ulusal çıkarlarını gözeten, savunan insanları hedef tahtasına koydular. Türkiye’de bu günlerde 1950’lerin A.B.D si gibi bir “McCarthy Dönemi” yaşıyor. Türkiye’de 2000’li yılların başlarında başlayan son süreç, Ecevit’in bir şekilde iktidardan uzaklaştırılması, Kemal Derviş’in gelmesi ve erken seçimi tetiklemesi,  arkasından AKP %34 oy ile meclisin % 60’ından fazlasına hakim olmasıyla devam ediyor.

Bu sefer avın hedefi ulusalcı cadılar; siyasetçiler, hukukçular, akademisyenler,  gazeteciler, generaller, öğrenciler, yazarlar, televizyoncular ve halktan insanlar.
İslami engizisyondan güç alan güvenlik güçleri, cadılar üzerinde şimdiye kadar denenmemiş yeni silahlar deniyorlar. Üstelik bundan böyle, yönetenler iktidarını kaybetme korkusuyla, cadı olma ihtimali olan kişileri de cadılıkla suçlayabilecekler.


Peki niçin?   “ulusalcı” diye adlandırılan bu insanlar, küreselleşen sermayenin pazarlarını tehdit eden “ Yerli malı yurdun malı, herkes onu kullanmalı”, “AVM’ler esnafı ve yerel ekonomileri yok eder” şeklinde mesajlar veriyorlardı. Bunlar yeni cadılardı ve yok edilmeleri gerekiyordu. Üstelik kendi gemilerini, tanklarını falan da üretmeye başladılar. Arap ülkelerinde “Arap Baharı” bizde ise “demokratikleşme süreci” ismini verdikleri, ulusalcılara karşı sürdürülen cadı avları, Türkiye’de tam gaz devam ediyor. Bakalım bundan sonra sırada hangi cadılar var?  Sakın yeni av, etnik kimliği Türk diye bilinen insanlar olmasın!


Derleyen: Serdar Yurdakul-Eylül 2013

Hiç yorum yok: