
Antakya'nın benim için önemini ve ne kadar sevdiğimi yakınlarım ve arkadaşlarım bilir. Antakya'yla ilk 1974 yılında tanıştım. Kıbrıs harekatının arifesinde şehre bir günlük tur yapmıştık. O yıllardan aklımda sadece toz toprak içinde bir şehir kalmış. Daha sonra görevli olarak 1984'te tekrar gittim ve iki ay kaldım. Her şeye rağmen çok güzeldi, çok başkaydı, çok lezzetliydi:) Yeşillikler tükenmemişti, Harbiye cennetten bir köşeydi. Aradan yıllar geçti...önce Harbiye betonlaşmaya başladı, sonra Saray caddesini mahfettiler...Bu sene gittiğimde, gördüklerim beni çok üzdü. Tüm bunlar yetmiyormuş gibi, Asi düzenlemesi adı altında eski Roma Köprüsüne paslanmazdan korkuluk yapmaya başlamışlar. Böyle bir felaket, cehalet ve zevksizlik görülmüş şey değil. Antakya'da belediyecilik ve belediye hizmetleri tam bir felaket. Maalesef Antakya'lı belediye başkanı seçme konusunda başarılı değil. Üstelik bu gittiğimde Antakya'nın Eskişehir ile kardeş şehir ilan edildiğini duydum. Keşke işin içinde politika olmasaydı da Sayın Yılmaz Büyükerşen bir süre Antakya Belediyesini de yönetseydi. Abiler kardeşleri ile ilgilenir öyle değil mi? Antakya her alandaki güzelliğini binlerce yılda biriktirdiği mirasına borçlu. Şimdi bu miras eriyip gidiyor. Bir süre sonra humus ve künefe de bu kötü gidişi engelleyemez.
Bu sene neler yaptım? Her gittiğimde yaptığım gibi Uzunçarşıda birkaç defa volta attım. Şehir merkezi köylerden hızlı bir şekilde göç aldığı için Uzunçarşı artık köylülerin AVM'si olmuş. Eskiden Uzunçarşı Antakya'nın ortak alışveriş merkezi idi. Burada yerel gıdalar olduğu gibi İstanbul'dan getirilen mallar, şık ayakkabı mağazaları bulunurdu.
Uzunçarşı'da dolaşırken en keyif aldığım şeylerden biride künefe imalatını seyretmek. Önce gidip seyrediyorum. Çok basit ama binlerce yıl durmadan devam eden bu süreç beni çok etkiliyor.

Nasıl oluyor da böyle basit bir teknolojiden mükemmel bir lezzet doğuyor? Seyir faslı bittikten sonra doğru Çınaraltında Künefeci Yusuf Usta, künefe yemeye. Antakya'nın köklü aileleri künefeyi dışarıda yemezler. Künefenin en güzeli evlerde yapılır. Ama dışarıdan geldiniz ve bir kapınız yok. O zaman doğru
Yusuf Usta'ya gideceksiniz. Yusuf usta eskiden ayakkabı imalatı yaparmış. sonra zamanla fabrikasyon Çin malı ayakkabılar piyasayı doldurunca künefe işine girmiş. Şimdi oğulları ile birlikte Çınaraltı denen yerde kömür ateşinde leziz künefeler yapıyor. Bir hatırlatma! künefeyi lütfen aç karnına yiyin. Kebap, rakı ve mezeden sonra künefe yerseniz, hem tadına varamaz, hem de kalbinizde sıkıntı hissedersiniz:) Evet yanda Yusuf Usta'nın künefesini görüyorsunuz
ister sade, ister fıstıklı yiyebilirsiniz. Porsiyonu 3 TL afiyet olsun...
Uzunçarşıdan çıktıktan sonra eski Antakya evlerinin resimlerini çekmek üzere namı diğer Zenginler Mahalesinin dar sokaklarına daldık. Belki yüzlerce yıllık bir geçmişi olan bu mahalle Antakya'nın bir dönem en varlıklı ailelerinin yaşadığı yer olduğu için Zenginler Mahallesi diye adlandırılmış. Bugün ise eski aileler genellikle bu evleri satmışlar. Mahallenin bugünkü sakinleri genellikle orta ve dar gelirli aileler. Zenginlerden eser kalmamış. Son zamanlarda bazı yatırımcılar bu evleri alarak restore etmeye başlamışlar. Bunların bir kısmı daha sonra butik otel, restoran, kafe olarak faaliyet göstermeye

başlamış. Zenginler mahallesinin dar sokaklarında dolaşırken çocuklar peşimize takıldı. Ağabi harçlık, şeker vs diyerekten bizi takip etmeye başladılar. Bir tanesinin arkadaşına, "bu ne biçim bayram kimse harçlık vermiyor "dediğini duydum. Belki yokluk çeken ama neşelerinden birşey kaybetmemiş çocuklar bunlar. Bu anımızı da yandaki karede göreceksiniz.
Bu sefer Antakya'da yeni bir lezzet durağı keşfettim, Büyükburç köyünde ALiCAN RESTORAN.

Burası iki sene evvel küçük bir köy kebapçısı idi. Lezzetleri ve güzel müşteri ilişkileri sayesinde bugün İstanbul'dakileri hiç aratmayan bir yerel lezzetler kebapçısı. Kebabın, mezenin en güzelini burada yiyorsunuz (pardon şehir kulübünden sonra) ama mekan şehir kulübünden daha sevimli.
Evet öğle yemeğini tamamladınız. Kebaplar yendi, rakılar içildi...şöyle bir şehre doğru uzanalım

bakalım. Saat 5 civarında güneş biraz hafifleyince sizi Affan kahvesine götürmek isterim. Kahve işte her yerde "Antakya kahvesi " içebilirsiniz doğru ama biz burada kahve içmeyeceğiz ki. Haytalı yiyeceğiz! Affan Kahvesi Kurtuluş Caddesinde. Yol köşesinde aydınlık bir mekan içeri girdikten sonra kahve sahibinin oturduğu köşeden adeta zula denilebilecek dar bir geçitten geçtikten sonra binalar arasında gizli bir bahçeye giriyorsunuz. Burasıda Antakya'daki gizli cennetlerden biri. Bu mistik atmosferde Haytalı yiyeceğiz. Haytalı ne? valla beni yormayın, resmini yan tarafa koydum.

Gidin yiyin. Şöyle bir gevşeyin, üzerine bir Antakya Kahvesi için ve bu güzellikleri verdiği için Tanrıya dua edin. Hastasıyım, o mekanda saatler geçirebilirim.
Dışarıda güneşin etkisi iyicene azaldı. Şimdi dışarı çıkıp küçük bir tur atabiliriz. Size daha önce restore edilerek, otel olarak hizmete giren binalardan bahsetmiştim. İşte bunlardan iki örnek;

Beyazıt Antik Otel ve bu sene açılan Liwan oteli. (Savon otelini unutmuşsun demeyin, bu sefer her yere değinmiyorum ama 20 Eylül akşamı Savon Otelinde dostlarımla mükemmel bir yemek yedim.) Liwan otelinin mimarisi mükemmel, üstelik otelin restorasyonunu Antakyalı bir mimar yapmış, doğrusu çok hoşuma gitti.
Yolunuz düşerse mutlaka bir göz atın içeride dünya mutfaklarından lezzetler sunan birde restoran var.
Evet bu seferlik bu kadar. Hangi birini yazayım? salaş kebapçı Salah. Tavukçu Emin ve Arap Pilavı, dürümcü Çağlayan, Abdo ve Ceylan. Söz veriyorum bir daha ki sefer sizede yer vereceğim. Sizleri unutmak mümkün mü? Antakya'yı Antakya yapan ve bugün binlerce insanın şehrinize gelmesini sağlayan sizler değil misiniz? Ancak bu yazımı başta değindiğim önemli bir hususu tekrar ederek bitirmek istiyorum. Antakya'da belediye hizmetleri bir felaket. Birileri bir an evvel bu işlere el atmalı. Benden söylemesi...

Bu sefer çektiğim resimlere göz atarken Uzunçarşıda aldığım bir kareyi sizinle paylaşmak istedim.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder